Blogger tarafından desteklenmektedir.

A Piece of Passion In Life

    • Anasayfa
    • Sağlıklı Beslenme
    • 52 Hafta 52 Değİşİm
    • İyİ Yaşam
    • Tavsİyemdİr
    • _Okunma
    • _İzlenme
    Kış mevsiminin gelmesiyle beraber her yerde bir 'Christmas' havası. Kırmızıyla yeşilin uyumu, ışıkların gösterileri içime farklı bir huzur veriyor. Aynı zamanda aralık ayı hediye ve alışveriş ayı olarak da kendini sevdiriyor. Her insan gibi hediye almayı seviyorum ama manevi değeri olanları maddi değeri olanlara göre tercih ederim. İşte bu alışveriş çılgınlığını perçinleyen daha da katmanlayan bir gün var ki belki de sene başından beri herkes bugünü bekliyor; Black Friday!


    Amerika'da Şükran Günü'nden sonraki ilk Cuma günü Black Friday olarak kabul edilir ve tam bir alışveriş çılgınlığı yaşanır. Evet, telefonunuza gelen mesajlardan, günlerdir her yerden gözümüze gözümüze sokulan reklamdan da anlayacağınız gibi tam bir alışveriş çılgınlığı. Markalar ihtiyacımız olmayan 15. kazağı 'Alsam mı?' acaba diye düşündürürken, elini cebimizdeki paraya ve anlık yaşayacağımız mutluluğa uzatmış durumda. 

    Daha önce mağazacılık ve hazır giyim sektöründe çalışmış biri olarak firmaların planladığı kampanyaları ve satış stratejilerini az buçuk biliyor ve anlayabiliyorum. Fakat anlayamadığım insanların nasıl bir ürünü almak için kendinden bu kadar geçebildiği. Gerçekten ihtiyacmız var mı kendimizi, almak için hırpaladığımız o ürünlere? Dolabımızda yer var mı 20 farklı kazağa, 15 farklı monta? Aldığımız her ürün bize ekstra yük olarak dönüyor ve bizi ayrıca yıpratıyor aslında. Maddiyatla elde ettiğimiz her ürün bizi mutlu etmek yerine aksine bunaltıyor. 

    Bu büyük indirimlere neden Black Friday (Kara Cuma) denilmiş biliyor musunuz? O gün mağazalarda çalışanların zor şartlar altında ve uzun süreler çalışmasından, hatta insanların birer The Walking Dead edasıyla her yeri yağmalamasından dolayı bu ismi almış. 2006 yılında Ohio'da bir Wal-Mart'ta, kapıların açılmasıyla beraber insanların hem birbirine hem de çalışanlara zarar vermeleriyle isim, hakkını vermiş bence. 

    Sade, Black Friday'e karşı yazılmış en güzel kitaplardan biridir. 

    Tüketim çılgınlığı hem evrenin koşullarını zorlarken hem de insanlık olarak birbirimize zarar vermemize vesile oluyor. Çünkü kullanılan her fabrika; su, elektrik ve çevre kirliliği olarak doğayı bitiriyor. Ucuz ve acı koşullarda çalışan çocuk işçiler, işçiler de insanlığın unuttuğu ayrı bir nokta. 

    Black Friday indirimlerinde kendinizi kaybetmemek ve insanlığa kötülük yapmamak adına size birkaç yapım önermek istiyorum ki özellikle bugünlerde izlerseniz ileride daha mutlu olabileceğinize inanıyorum. 

    - The True Cost Belgeseli, moda sektörünün insanlık ve dünya üzerindeki etkilerini en güzel anlatan belgesellerden biri. 

    - Minimalism: A Documentary About the Important Things, minimalist yaşam aslında bir süredir hepimizin duyduğu bir konu. Hayatımıza entegre edebildiğimiz bir noktada o iç huzuru maddiyat olmadan bulabilmenin yolu oluyor. 

    - The Devil Wears Prada, en sevdiğim filmlerden biridir. Hem tüketimi çok güzel anlatır hem de 'aslında olmak istediğimiz kişi belki de bizi mutlu etmeyecektir' mesajını çok güzel verir. 

    -They Live, dünyada yaşanan tüm olayları gerçekten görebilseydik yine bu dünyaya böyle davranmaya devam eder miydik?

    - The Truman Show, sanırım tüketim çılgınlığını en iyi anlatan filmlerden biridir. Zaman zaman hangimiz Truman Show'da yaşadığını düşünmüyor ki! 

    Her şeye rağmen haftasonu mağazaları biraz olsun gezip, dolaşmak istiyorsanız lütfen o mağazada çalışmak zorunda olan insanları da düşünün. Ayrıca sizin yere attığınız ürünler de ülkenin maddi kaybı olarak bize zarar veriyor. 

    Biraz sağduyu biraz da empati sizinle olsun haftasonu boyunca.

    Sevgiyle ve Sağlıkla kalın ❤

    Devamını Oku
    Geçen haftayı sinema haftası ilan ettim ve biri planladığım, diğeri planlamadığım hatta planlamak istemediğim iki filme gittim.

    Ben daha önce hiç Queen dinlememiş, Freddie Mercury ile ilgilenmemiş ve Müslüm Gürses'e dair sadece magazinsel olayları bilen biriydim. Pek övündüğüm bir durum olmasa da gerçek bu. Bu yüzden kıyaslama yapmaktan ziyade hissettiklerimi anlatacağım.

    Evet, anladığınız üzere gittiğim filmler; Bohemian Rhapsody ve Müslüm.

    Bohemian Rhapsody filminde ne kahramanları tanıyordum ne de şarkıları. Evet, haberim var Queen diye bir grup olduğundan ve rock söylediklerinden ki o da benim tarzım değil. (Onların müziği evrensel aslında ve Rock olsa bile baya baya benim tarzımmış.) Durum buydu yani. Olaya bu kadar sığ bakıyordum kısacası. Film başladı ve içim içime sığmadan, yerimde dahi duramadan izledim filmi. Freddie rolünü biraz abartı bulsam da 'ne kadar tanıyorum ki' dedim. Bazı yerlerde kendimce kopukluklar buldum ama filmin ahengi o kadar başarılıydı ki sıfırlandı gitti. Herkesin aksine Freddie rolüyle Rami Malek yerine Roger Taylor rolüyle Ben Hardy favorimdi. Hatta baya baya hayranı oldum film boyunca. Zira oldukça doğaldı davranışları, söylemleri. Filmin sonundaki Live Aid konseri beni benden aldı, eğer sinema salonunda olmasaydım çoşkuyla, bağıra bağıra Will Rock You söylerdim.

    Freddie'nin filmin başında, babasıyla kapıda yaptığı konuşma ve grupla inatlaşması, her daim herkese daha büyük olacağına dair verdiği mesajlar, aslında inandığın yolda yürüyebilmenin ve kendine inanmanın önemini anlatırken; bu yolu yalnız yürümemen gerektiğine dair verdiği alt metinleri oldukça başarılıydı. Çünkü klasik olarak film boyunca grubun dağılmasını bekledim ama her daim farklı fakat uyumlu olmaları, farklılığın uyum konusunda iyi olabileceğini fark ettirdi. Freddie aslında kendi içinde yalnızdı çünkü kendisine bir kimlik vermesi gerekiyordu ama bu kimliği bulabilme konusunda zorlanıyordu. Bunu bilen Paul de onu kullanmaya, zaaflarını sömürmeye çalıştı ki bunu günümüzde hangimiz yaşamıyoruz ki?! Yakınımız dediğimiz insanlara sırlarımızı veriyoruz, bu sırların bir süre sonra bize karşı kullanıldığını görüyoruz. Etrafımız Paul gibileriyle dolu.

    Kısacası Bohemian Rhapsody benim için 10/10'luk bir filmdi. Dediğim gibi gözüme batan şeyler vardı ama devede kulak gibi. Birçok yabancı kaynakta filmin uyarlama konusunda başarılı olmadığını okudum fakat uyarlama olarak pek bilmesem de film konusunda bence oldukça başarılıydı. Filmden çıkınca hayata karşı, kendime karşı inanç, umut ve çoşku duydum.

    Müslüm filmi konuşulmaya başladığı andan beri pek gideceğim bir film olmadığını düşünüyordum. Zira Hakan Günday'ın en son senaristliğini yaptığı Şahsiyet, bence başarısız bir yapımdı. Aynı zamanda Yapımcı Mustafa Uslu'nun 'Ayla'dan sonra kendi rekorumu kırmalıydım' söylemi bana biraz 'garip' geldiği için bu filme gitmem diyordum. Ama çevremde giden, üzerine konuşan o kadar çok kişi vardı ki sırf merak ve birazda bu yazıyı yazmak için gittim. Evet bir önyargım vardı zira hakkında pek çok şey okudum. Bu da onlardan biri ki altına imzamı atarım.


    Oyunculuklara bayıldım sanırım filme dair övebileceğim tek kısım budur. Timuçin Esen ve Zerrin Tekindor bayıldığım ve inandığım oyuncular. Bildiğimiz bir gerçek ise Türkiye'deki sanatçıların özellikle de 80'lerden gelenlerinin, hayatlarının birçok zorluklardan geçtiği. Müslüm Gürses'in yaşadıklarını tabii ki küçümsemiyorum ama ataerkil bir toplumun getirdiği bir düzeni izledik sinemada. Devamlı içen bir baba, her daim her yapımımızda var. Alkol işin içinde olunca nedense kadına şiddet de ayrılmaz bir bütün bizim yapımlarımızda ki artık ben bunları izlemekten gerçekten çok sıkıldım. Biyografik bir yapım olmasından dolayı, sadece bir film olarak bakmamaya çalıştığımda evet yaşadıkları çok büyük bir dram. Annesinin, gözleri önünde defalarca bıçaklanarak öldürülmesi, daha kundakta olan kardeşinin duvara çarpılması ve Ahmet'in taranması çok büyük acılar. Kazayı saymıyorum bile. Ama film bunlardan ibaretti. Müslüm Gürses'in sanatçılığına dair tek bir kısım vardı o da Adana Halkevi'nde hocasıyla tanışmasıydı. Ülkemiz her daim acıdan, hüzünden ve şiddetten beslenen bir toplum ki biz bunu değiştirmek için ne yaparsak yapalım bir şekilde başarısız oluyoruz. Yani bu ülkede içinde acı, dram olan her film izlenme rekorları kırıyor, her dizi 4-5 sezon sürüyor, her kitap 'bestseller' oluyor. Çünkü bu eserler içimizdeki şiddeti besliyor ve biz dışarı çıkaramasak bile onlar sayesinde az biraz da olsa tatmin olmuş hissediyoruz. Bu yüzden çevremizdeki herkes Müslüm filmini çok övdü. Bana sorarsanız da sadece çok izlenmesi için yapılan ve birilerinin daha çok para kazanmasını sağlayan ama Müslüm Gürses'i küçülten bir yapım. Çocukluk dönemimden hatırlıyorum herkesin 'Baba' diyerek dinlediğini, başındaki 'Müslüm Baba' yazılı kırmızı bantlarını, kendilerini jiletlediklerini ama filmde bu kısımdan sadece bir kere bahsediyorlar ve içlerinden biri gelip bıçaklıyor. Neden? Evet, öyle bir olay oldu biliyoruz ama bu O'nu gerçekten sevenlere de hakaret. Çünkü Müslüm'ü seven sadece belli bir kesim vardı bir dönem 'Varoş' diye adlandırılan. Şimdi herkes Müslüm sever oldu. Hangi şarkılarını dinliyordunuz filmden önce? 'Mutlu Ol Yeter' şarkısının Müslüm'e ait olduğunu kim biliyordu mesela? Kimse! Çünkü sadece popüler olanı sevmek gibi bir huyumuz var toplumca.

    Filme geri dönecek olursam, içindeki flashbackler oldukça fazlaydı ki verilen korku filmi efekti tamamen gereksizdi. Film boyunca yaratılan 'Ahmet'e ne oldu?' sorusu tamamen filmi izletmek amaçlıydı ve bence Ahmet'in yaşadığı dram daha fazlaydı. Bir film yapılması gerekiyorsa bu Ahmet'in hayatı olabilirdi.
    İzleyenlerin ne kadar dikkatini çekti bilmiyorum ama filmin bir noktasında Müslüm'ün holigrafik bir görüntüsü kullanıldı ki tamamen gereksiz bir yerdi. Hatırlamanız için aktarayım; İstanbul'a geldikten sonra Bahtiyar ile araba almaya gittiklerinde filmdeki Müslüm dışarıda arabaya bakmaya devam ederken, gerçek Müslüm içeride oturuyordu çok kısa bir süreliğine. İnsanların zekasıyla oynamak olarak yorumlamak istemiyorum.

    Kısacası film, 'Türkiye'de dram satar' sözünü kanıtlıyor bence. Çok çok iyi olabilecek bir filmken 10/2 bence değeri. Sırf bu tarz yapımlar yüzünden televizyondaki hiçbir diziyi, sinemadaki Çağan Irmak harici hiçbir Türk yapımını izlemiyorum. Çevremdeki kimsenin de izlemesini istemiyorum. Zaten toplum olarak sağlam bir psikolojiye sahip değilken bu tarz yapımlarla nasıl daha iyi hissedebilir, daha mutlu olabiliriz ki? Allah aşkına ağlamak için sinemaya mı gidilir ya? Birçok kişi gitmeden önce 'peçetemi hazırladım' diyerek gidip izledi. Beyni ağlamaya, üzülmeye şartlamak neden? Sanki kendi hayatlarımız yeterince kolaymış gibi.

    Velhasıl, birinden çıktığımda çoşku, umut hissederken diğerinden çıktığımda 'Bu toplum düzelmez' diyerek, sinirli ve umutsuz hissettim.
    İkisi de biyografi, ikisi de önemli sanatçılarken neden Müslüm'e acıyor, Freddie ile gurur duyuyorum?

    İki yapımı da izlediyseniz siz neler hissettiniz?

    Sevgiyle ve Sağlıkla kalın ❤
    Devamını Oku
    Yenİ
    Yazılar
    Eskİ
    Yazılar

    Hakkımda

    Fotoğrafım
    Ayşe Baykal Girginkoç
    Hayat, ciddiye almak için çok kısa; keyif almak için çok uzun bence..
    Profilimin tamamını görüntüle

    Takİp Edİn

    • facebook
    • twitter
    • instagram

    En Son Yazılanlar

    E-Posta Gönderelim!

    * indicates required

    Arşİv

    • ►  2022 (1)
      • ►  Nisan 2022 (1)
    • ►  2019 (13)
      • ►  Mart 2019 (6)
      • ►  Şubat 2019 (3)
      • ►  Ocak 2019 (4)
    • ▼  2018 (12)
      • ►  Aralık 2018 (6)
      • ▼  Kasım 2018 (2)
        • Kara Cuma, Gerçekten Kara!
        • Freddie VS Müslüm - Bu Bir His Savaşıdır!
      • ►  Eylül 2018 (1)
      • ►  Temmuz 2018 (1)
      • ►  Nisan 2018 (1)
      • ►  Ocak 2018 (1)
    • ►  2017 (12)
      • ►  Temmuz 2017 (1)
      • ►  Haziran 2017 (2)
      • ►  Mayıs 2017 (1)
      • ►  Mart 2017 (3)
      • ►  Şubat 2017 (4)
      • ►  Ocak 2017 (1)
    • ►  2016 (34)
      • ►  Aralık 2016 (2)
      • ►  Kasım 2016 (1)
      • ►  Ekim 2016 (4)
      • ►  Temmuz 2016 (4)
      • ►  Haziran 2016 (1)
      • ►  Mayıs 2016 (3)
      • ►  Nisan 2016 (4)
      • ►  Mart 2016 (4)
      • ►  Şubat 2016 (6)
      • ►  Ocak 2016 (5)
    • ►  2015 (4)
      • ►  Kasım 2015 (3)
      • ►  Ekim 2015 (1)

    İletİşİm Formu

    Ad

    E-posta *

    Mesaj *

    Son Okunanlar

    • Freddie VS Müslüm - Bu Bir His Savaşıdır!
    • Ertelemek Kaçmaktır, Değil Mi?

    En Çok Okunanlar

    • 20li Yaşlarda Okunması Gereken 12 Kitap
    • Kaliteli Zaman ft. İyi İlişkiler!
    facebook Twitter instagram

    Created with by Ayşe Baykal | Distributed By A Piece of Passion in Life

    Back to top