Bir Günde Sapanca

23:54

A Herkese Merhaba,

2018 senesinde iş kurma telaşına düştüğümüz için hiçbir yere gidebilme imkanımız olmamıştı. Çünkü ellerimizde her anıyla bize muhtaç bir şey vardı ve vakit ayırmamız gerekiyordu. Ne zaman 'bir yerlere mi gitsek?' acaba diye bir cümle kursak, gerçekliğimize dönüp, 'olmaz ama gidemeyiz hem oraya harcayacağımız bütçeyle şunu yapalım' diyerek kendimizi frenliyorduk. Kendimizi toparlar toparlamaz 'Hadi!'  dedik.


Mevsim kış, çok uzak bir yere gitme imkanımız yok. Günü birlik gidebileceğimiz bir yer arıyoruz. Nereye gitsek derken Yol Arkadaşım, 'Trenle Sapanca'ya gidelim' dedi. Hemen başladık araştırmaya. Ne yapmalı, nereye gitmeli, herkesin bayıldığı Maşukiye'ye mi gitmeli yoksa farklı bir rota mı çizmeli derken önce bilet işini halletmeli dedik. Malum şu ara tren yolculuklarına özel bir ilgi var. Trenle yolculuk için Sapanca biletleri 2 gün önceden satışa çıkıyor. 5 Ocak tarihi için biletlerimizi riske atmamak adına 3 Ocak günü satışa çıkar çıkmaz aldık. Pendik - Mithatpaşa arası 1 saat 24 dakika. Kişi başı tam bilet 13,50 TL, Öğrenci ise 10,50 TL. Tren Maşukiye'den de geçiyor ama Sapanca ile arasında yaklaşık 3 saatlik bir yol var yürüyerek gitmek isterseniz. Araba şart yani. Toplu taşıma gibi durumlar söz konusu olabilir fakat biz direkt göl kenarını ve Sapanca merkezi tercih ettik.


En büyük sıkıntımız, Sarıyer ve Bağcılar'dan kalkıp sabahın  8'inde Pendik'ten kalkan trene yetişmek oldu. İstanbul'da yaşayanlar ne demek istediğimizi anladılar. Minimum bir masrafla gitmek istediğimiz için toplu taşıma tercih ettik. Sabah 6 otobüsleriyle en yakın metroya varıp, metro ile gitmeyi hedefledik ki günümüzün kahramanlarından biri de Pendik metrosundan çıkar çıkmaz karşılaştığımız ve Tren İstasyonu'na giden minibüs şoförüydü. Zira metrodan indiğimizde saat 07:53'tü ve upuzun bir yürüme yolunu yürüyüp gün yüzüne çıktığımızda 07:58'e geliyordu. Minibüs bizi tam 08:00'de indirdi ve alt geçide girdik, hiçbir yerde bir tane bile tabela olmadığı için bir aşağı bir yukarı tamamen kesilen nefemizle koşuşturduk. Çalışan görevlilerden duyduğumuz tek cevap ise 'oradan gideceksiniz!' orası neresi tam bir muamma. Trenin düdüğünü duyduğumuzda içimiz cız etti. Nefes alamaz haldeyken, bağırıp çağırdık ve o saatte bulabileceğimiz tek açık ve hayatımızın en kötü kafesine gidip oturduk. Nefes darlığım sebebiyle devamlı öksürüyor ve sinirden deliye dönmüş durumdaydım. Bir kere daha fark ettim ki büyükşehirde yaşıyorsan hayatın ve bir yerlere yetişebilme durumun hep başkalarına bağlı. Neyse..

Sapanca Tren İstasyonu

Bir sonraki tren 10:20'de. Biletleri önceden gidiş-dönüş aldığımız için dönüş biletlerimiz hala duruyor. Kılpayı da olsa treni kaçırdığımız için gidiş biletlerimiz yandı tabii ki. Sapanca'da göl manzarasına karşı kahvaltı yapma hayalimiz, Pendik'te bir kafede poğaça ve böreklere gömülmeyle son buldu. Nefes alabilir bir hale gelip, kendimizi toparlayınca ne yapacağımıza karar verdik. 10:20 trenine bilet alıp yolculuğumuza devam edecektik. Hemen internet sitesinden biletlerimizi aldık ve saati beklemeye başladık ki ancak toparlayabildik kendimizi zaten.

Çocukluğumda İzmir-Aydın arasında trene binmişliğim vardı fakat bu bambaşka bir keyif. Ne kadar kısa mesafede olsa mutlaka hayatınızda bir kere tadın bu keyfi.

Soba görmek, soba başında büyümüş her insanı mutlu eder bence.

İşte asıl yolculuk şimdi başlamıştı. Trene bindik, bir güzel yerleştik. Tren hareket etmeye başladığında oldukça heyecanlandık. Başladık manzaraya doymaya. Bu arada tren oldukça rahattı neredeyse hiç sarsmadı. Tren hareket edince, simit,çay, kahve gibi satışlar başladı. Tuvaletler her vagonun arkasında bir tane ve temizdi. Sorunsuz, oldukça rahat bir şekilde Sapanca'ya vardık. Şansımıza hava yağmurlu ve soğuktu. Tren garından çıkar çıkmaz artık aktif olmayan bir botanik bahçesi karşıladı bizi, sonrasında da bir ara sokak. Ara sokaktan yürürken ileri de bir kalabalık ve şemsiyeler gördük. 'Aaa semt pazarına denk geldik' diye sevindik anlamsızca ☺ Kalabalığa doğru yaklaştıkça fark ettik ki semt pazarı sandığımız şey trenden inerken okunan selanın cenazesiymiş. Yani o şemsiyeler pazar için değil cenaze evi için kurulmuş. 🙈

Sapanca Rüstem Paşa Hamamı Restitüsyonu. Evliya Çelebi 1640 yılında Sapanca'dan geçerken ilçeyi şöyle tanımlar: 'Kasabada Sarı Rüstem Paşa 170 ocaklı büyük bir han yaptırmıştır. Güzel bir camisi, hamamı ve çarşısı vardır. İmaretleri gök kurşunla kaplıdır. İmaretlerin tamamı Mimar Sinan yapısıdır. '

Sapanca'da özel olarak görülecek bir tek saat kulesi ve tarihi bir hamam vardı. Ama biz etrafı gezmek istedik. Yağmurdu, soğuktu derken temel ihtiyaçlardan biri olan tuvalet için önümüze çıkan bir camiye girdik. Erkek bölümü iyi, hoş, yola bakan bir taraftaydı, kadınlar bölümü ise mezarlıkla dipdibe ve karanlıktaydı. Kadına verilen değere kızdığım için yazdım bunu özel bir sebepten değil yani.


Etrafı keşfetmek maksadıyla yürüdük, merkez zaten küçük olduğu için en yakın ormanlık yer Natürköy'e yürüme hedefi koyduk ve rotamızı o yöne çevirdik fakat havanın gittikçe soğuması, yağmurun şiddetini arttırmasıyla rotamızı göl kıyısına çevirip, soba başında ya da şömineli bir mekan aramaya karar verdik.

Göl kıyısına vardığımızda ufak çapta bir şaşkınlık yaşadık. Her yerde Arap kafileleri ve göl kıyısı boyunca nargile dumanından geçilmeyen, Arap ezgileri yükselen kafeler. Hatta göl kıyısında saltanat kayıkları. Dumanaltı mekanlara oturmak istemediğimiz için kıyı boyunca yürüdük ve gözümüze hoş görünen bir mekana girdik. İlk sorduğumuz soru 'Nargile yok değil mi?' oldu ve aldığımız hayır cevabıyla bir oh çektik resmen. Gülizar Bahçe 'den detaylı bahsettiğimiz yazı diğer blogumuzda yerini aldı ama şömine diye kalbimizden geçirirken, şöminenin yanına düşmek çok güzel bir şans oldu. İliklerimize kadar ısındık zira Gülizar Bahçe'ye girdiğimizde baştan aşağı sırılsıklamdık.


Tren saatine kadar şöminenin başından ayrılmadık. Dönüş trenimiz 18:00'da olduğundan 16:30 gibi kalktık. Yavaş yavaş tren istasyonuna doğru yürüdük. Hediyelik almak için bir yer aradık ama bulamadık daha doğrusu Arap motifleri içermeyen, Sapanca'ya ait bir şey bulamadık alınabilecek. Tren istasyonuna vardığımızda 40 dakikalık bir rötor olduğunu öğrendik. 18:50 gibi trene binebildik. İlerledikten bir süre sonra da yaklaşık 20 dakika trenin içinde beklemek zorunda kaldık ama bu sürede simit-ayran ikilisiyle günü sonlandırdık.

Sapanca adının Sabancı Baba'dan geldiğine inanılır. 

Sabahın 5:30'unda başladığım günü 22:20 gibi eve girerek sonlandırdım. Kültürel bir geziden ziyade sadece İstanbul'dan çıkmak, tren yolculuğu yapmak ve yeni bir görmek istedik. Sapanca'yı sevdim mi? Açıkcası hayır. Belki hava şartlarından dolayıdır ama inanılmaz kasvetli ve mutsuz insanların olduğu bir yer gibi geldi bana. Sokakta bir tane kadın göremedim, gördüklerimin ellerinde de ya poşetler vardı ya da çocuk. Mis gibi ormanın içinde küçük bir ilçesin sen, mutlu olman gerekir. Bir de her yerde neden o kadar çok dilenci vardı? Hatta dilsiz numarası yaparak yanımıza gelen çocuk, sonrasında neden gayet rahat konuşarak yanımızdan ayrıldı? Türk olarak tanıtılması gereken güzel bir sürü ezgimiz varken neden göl kıyısındaki mekanlardan Arap ezgileri yükseliyordu?


Tren yolculuğu yapıp, yapılacaklar listemizden bir madde daha eksilttik, keyifli vakit geçirdik. Gitme amacımıza uygun olarak da iyi hissedip geldik. Bir gün arabayla keşfede keşfede gitme planı yapıp, hatta belki bir gün kamp yaparız dedik. Yani Sapanca, seninle işimiz henüz bitmedi ☺

Bir sonraki ay için yeni rota planlanıyor...

Sevgiyle ve sağlıkla kalın ❤

Bir de blogta kalmak ve yazılardan haberdar olmak için yandaki 'E-Mail Gönderelim' kutucuğuna mail adresini bırakmayı unutmayın! 

Benzer Yazılar

0 Yorum