Blogger tarafından desteklenmektedir.

A Piece of Passion In Life

    • Anasayfa
    • Sağlıklı Beslenme
    • 52 Hafta 52 Değİşİm
    • İyİ Yaşam
    • Tavsİyemdİr
    • _Okunma
    • _İzlenme
    Herkese Merhaba,

    Nisan ayı benim için 'nötr' bir aydı. Ne 'çok güzel geçti.' diyebilirim ne de 'çok kötü bir aydı' diyebilirim. Tabi ki kötü olmasından iyidir nötr olması. Bu ay iki kitap okudum, hiç film izlemedim ve ancak bir mekan gezebildim. Sanırım en verimsiz ayım bu aydı.

    Okuduğum kitapların ilki Peter Fisk'in İş Dehası kitabıydı. Eğer bir iş kurmayı ya da iş yerinizde daha verimli olmayı hatta beyninizin sol ve sağ bölümlerini birleştirmeyi istiyorsanız tavsiye ederim. Peter Fisk , kitabın önsözünde; iş hayatı üzerine yazılmış bir çok eseri birleştirerek, anlaşılır hale getirmeyi hedefleyerek yazdığını belirtmiştir. Bir çok büyük şirketin kurulum hikayelerinin yer aldığı kitap aslında tam bir başucu kitabı. Her daim kitaplığınızda bulunması gereken, ara ara tekrar tekrar bakılması gereken bir kitap.



    Bir diğer kitap ise geçen ay filminden bahsettiğim İlhami Algör'ün yazdığı Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku kitabı. Bir gecede bitirdiğim kitap, filminden tamamen ayrıydı ve betimlemeleriyle inanılmaz keyif verdi. Uzun betimlemeler genelde beni bunaltır. Kitaplarda daha çok aksiyonu severim bu yüzden cinayet romanlarının yeri ayrıdır. Fakat İlhami Algör o kadar eğlenceli betimlemeler yapmış ki okurken dudağınızda tebessüm bırakmaması mümkün değil.

    Evet, bu ay hiç film izlememiş olabilirim ama yaklaşık bir senedir birinci sezonunda olduğum House of Cards dizisini bitirebildim. Beyaz Saray'da Frank Underwood (Kevin Spacey) isimli bir vekilin başkanlık koltuğu için verdiği mücadeleyi konu alıyor. Eşi Claire Underwood (Robin Wright) ile sırt sırta verdikleri mücadelelerinde o kadar zekice planlar yapıyorlar ki hayran kalmamak mümkün değil. Dizi hakkında ipucu vermemek adına detaya girmek istemiyorum ama Underwood çiftinin evlilikleri (tamamen birbirlerine olan desteklerini kastediyorum :) ) imrendirerecek türden bence.

    Yazın yaklaşmasıyla beraber sevdiğim besinlerden biri olan dondurma sezonunu da açtım. Mua Gelatieri d'Italia ise evimin yakınlarında olan bir Italyan dondurmacısı. Dondurma seven biri olarak ne büyük lütuf olduğunu anlatamam. Dondurmaları mevsimlik meyvelerden elde edildiği için denemediğiniz lezzetleri de deneme imkanı sunuyor ve şeker oranlarının düşük olması da en güzel yanlarından biri sanırım. Aynı zamanda size verdikleri karttaki damgaları biriktirmeniz halinde bir dondurmanız da ikramları oluyor. Yolunuz Yeniköy tarafına düşerse denemenizi tavsiye ederim.

    Bu ay bolca dinlediğim tek şarkı ise tahmin edebileceğiniz üzere oldukça popüler olan Bağdat - Ayla Çelik

    Epey kısa 'Ne Buldum' yazısı oldu sanırım :)
    Sizin nisan ayınız nasıl geçti? Neler yaptınız, neler okudunuz veya dinlediniz?
    Yorumlarını bekliyorum.
    Güzel bir mayıs ayı dilerim sizlere :)

    Sevgiyle ve Sağlıkla kalın :)
    Devamını Oku
    Herkese Merhaba..

    Son zamanlarda kendime sıkça aynı soruyu soruyorum: 'Mutlu muyum?' Cevabı hemen vermiyorum, veremiyorum. Kendimi kandırmaktan hep korktum ve cevabı hemen verirsem biliyorum ki kendimi kandırabilirim. Bu yüzden sorduktan sonra düşünüyorum. Mutluysam neden mutluyum, mutlu değilsem (kesinlikle mutsuzluk değil) neden mutlu değilim? Sebeplerimi sıralıyorum. Bazen bahanelerimi. Saçma gelebilir ama çoğunlukla cevabım 'mutluyum' oluyor. Gerçekten mutluyum!



    Mutluluk; sürekli bir kavram değil. Tamamen 'şu an' la ilgili. Şu an mutluysam, mutluyumdur. Bundan 4 dakika sonra ne olacağını bilemem. 10 dakika sonra ölebilirim de. Şu an bulunduğum ortamdan, çevremdeki insanlardan, yaptıklarımdan, söylediklerimden, güldüklerimden, hatta ağladıklarımdan, soluduğum havadan bile memnunum. Bu yüzden mutlu olmamam için hiçbir sebebim yok. 

    Bu Pollyannacılık değil, kesinlikle. Bu bir bakış açısı. Şöyle ki; insanlar yalnız ve mutsuz. Dünya mutsuz. Acımasız bir düzen içerisindeyiz. Ne zaman duracağını bilmediğimiz bir hız trenindeyiz ve son hızla gidiyoruz. Hiçbir şeyin tadını alamadan ve hiçbir şeyi farkedemeden. Her gün duyduğunuz, okuduğunuz ve düşündüğünüz acımasız milyonlarca olayı tekrarlamayacağım ama olmadıklarını da gizlemeyeceğim. Varlar ve her gün yeni bir acımasızlık olmaya devam edecek. Ya acımasızlıkları düşünüp dünyayı kendimize dar edeceğiz ya da var olanı kabullenip, ona göre hayatı severek yaşayacağız. 

    Nereye kadar mutsuz olmayı sürdüreceğiz? Ya da ne zamana kadar 'mutlu bir hayat' dileyip, ona ulaşmak için daha çok ama daha çok çalışıp duracağız? Sonu yok. İsteklerimizin, beklediklerimizin sonu olmadığı gibi. 'Mutlu bir hayat' bize gelmeyecek. Zaten biz de olan bir şey bize gelemez. Annemizin karnından çıkıp, dünyaya gözlerimizi ilk açtığımız andan beri bizimle. Biz de bunca zaman içinde belki de milyon kez 'çocukken daha mutluyduk' cümlesini kurduk, değil mi? Çünkü biliyorduk bizimle olduğunu. Çünkü tat alıyorduk her şeyden. Saçma sapan bir sinek ilacı arabasının arkasından koşmaktan bile zevk alıyorduk (Herkes bir kere yapmıştır bence) ve inanılmaz mutlu oluyorduk. Aksini söyleyebilir miyiz? Sonra ne oldu büyüdük. Ama o hala yanı başımızda. Sadece acımasızlığı keşfettik, dünyayı keşfettik demeyeceğim çünkü gerçekten keşfedebilseydik neye sahip olduğumuzu bilirdik. Dünyanın üzerinde birbirimize yaptığımız acımasızlığı keşfettik. Kaptırdık kendimizi. Düzenin bir parçası olduk. 

    Her zaman kendime söylediğim şey, 'iyi ki yaşıyorum' dur. (Tabi ki ara ara neden bu dünyadayız gibisinden sorularda sormuyor değilim)

    Sanırım son bir haftadır metroya her binişimde, bu sorgulamayı yapıyorum. İnsanların yüzlerine bakınca ne kadar mutsuz olduklarını anlamak istemiyorum. Biriyle göz göze gelince sanki küfretmişim gibi bakılsın istemiyorum. Mutlu, güler yüzlü insanlar görmek istiyorum. Güzel bir bakış ve içten gelen bir gülümseme değiştirecek dünyayı.

    Bu yazdıklarımın tek bir sebebi var; sorgulayın! Aynı soruyu siz de sorun kendinize. Oturun, yazın bir kağıda. Hayatınızda nelerden mutlusunuz, neler mutlu olmanızı engelliyor? Kötü düşünmenize, olumsuz hissetmenize sebep olan ne varsa uzaklaşmaya çalışın. Kendimi kötü hissetmemi sağlayan, negatiflik yüklü hiçbir insanla görüşmüyorum artık. Siz de yapın. Negatiflikten kurtaramadığınız kişilerden uzak durun. İster istemez etkileniyorsunuz ve bir bakıyorsunuz uçurumun kenarında gibisiniz. 

    Sevgiyle ve Sağlıkla Kalın :)
    Devamını Oku
    Herkese Merhaba,

    Gününüz nasıl geçiyor? Kafanızda planladıklarınız hala bitmedi değil mi? Sanırım bitecek gibi de görünmüyor. Boğulduğunuzu hissediyor musunuz siz de benim gibi? Liste liste üstüne geliyor ama nedense listedekiler bir türlü bitmiyor. İşte de olsam evde de olsam o liste hiç mi hiç azalmıyor. Liste yapmayı çok seviyorum ama bitirmeyi beceremiyorum. Neden bitiremediğim üzerine de biraz düşündüm.

    Zaman yönetiminin en başında her zaman 'Yapılacaklarla ilgili bir plan oluşturmak' yer alır. Bu adımı yapabilmek aslında işin en kolay kısmıymış. Listeden kastım uzun uzun kağıda yazılan listeler değil illa ki kafamızda planladıklarımız; 'önce şunu yapsam, sonra bunu' durumu. Liste yapılabilir ama asıl sorun şu ki listedekilerin kaçını yapabiliyoruz ya da kaçını gerçekten yapmak istiyoruz. Benim sorunum burada başlıyor sanırım. Yapmak istemediğim şeyleri hep erteliyorum bir nevi kaçıyorum aslında. Normalde yapmak istemediğimizi erteleyip, istediğimiz şeyi yaparız değil mi? İşte bende durum öyle işlemiyor. Listedekileri sırayla yapamayınca hiçbirini yapamıyorum. Yani 'buna sonra dönerim' diyemiyorum. Böyle olunca da tabi ki listeyi bitirmek bir yana hiç başlayamıyorum.
    Çoğunlukla sevmediğimiz şeyler hep zorunluluk dahilinde yapmamız gerekenlerdir. Sınav zamanı ders çalışmak zorunda olmak, sırf patron istedi diye hiç sevmediğimiz bir kişinin işini yapmak, gibi gibi...



    Bu yazımda Ralph S. Marston'un sevmediğimiz işleri ilk önce yapmamızın günü ve zamanı daha iyi geçirmemizi sağladığını söylediğinden bahsetmiştim. Bundan da yola çıkarak kendimi de düşünerek bir sonuca vardım. Madem sevmediğim işi listenin başına koymam gerekiyor (Ralph öyle söylüyor ve önce ondan kurtulmam gerekiyor) ve madem ki onu atlayınca diğer hiçbir işi yapmıyor, odaklanamıyorum; o zaman o işi sevecek bir yol bulmalıyım. Evet, ciddiyim. Şöyle ki, günlük güneşlik bir cumartesi günü kafamızda bir sürü plan var, sevmediğimiz ama yapmak zorunda olduğunuz birçok iş de var. Ütü gibi mesela. Bu durumda ne yapmalıyız? Ben direkt ertelerim :) şaka bir yana ertelemek kaçmayla eş değer aslında. Kaçmakta her zaman geçici çözüm. Böyle bir durumda yapılacak en güzel şey o sevmediğimiz işi nasıl sevebileceğimizi düşünmek. Aslında cumartesi gününü alışveriş yaparak geçirmek istiyorduk değil mi? Şöyle düşünelim o vakit, ütüyü bitirince ödülümüz; alışverişe çıkıp fazladan bir gömlek daha almak olsun kendimize.
    Ya da o sevmediğimiz kişinin işini yapmak zorunda olduğumuzda o işi yaparak kendimize bir değer daha katmış olduğumuzu veya sonunda kendimize alacağımız çikolatayı düşünelim.
    Velhasıl demeye çalıştığım kendimizi kandıralım. Beynimize ufak oyunlar oynayalım. Ertelemek hem iş yükümüzü hafifletmez hem de bir süre sonra güvensiz bir insana dönüştürür. Hiçbir şeye yetişememek de cabası.

    Yaptığımız bir diğer hata ise bir işi yaparken, onu yarıda bırakıp başka bir işe başlamak ya da ilgimizi başka bir şeye yönlendirmek. Dürüst olalım; yoğun bir şekilde çalışırken gözümüz bir anda telefonumuza kaymıyor mu? Kim Instagram'da ne paylaşmış, Whatsapp'ta ne dedikodu dönmüş, dediğimiz olmuyor mu? veya kesin bir şeyler gelmiştir deyip, kilidi açtığımız.. Benim çok oluyor nedense. Hatta bu yazıyı yazarken bile şu ana kadar 5 kez telefonu elime aldım ki dikkatimi dağıtacağını bile bile. Bu durumda ise yapacağımız, ya telefonu kendimizden uzak bir yere koyacağız ya ters çevireceğiz ya da o an aklımıza geleni bir kağıda not edip iş bittikten sonra ilgimizi başka yöne kaydıracağız.
    Böylece iş hem verimli hem de biz anlamadan bitmiş olacak. Erken bitmesi demek de bize daha çok vakit kalacak demeye eş değer..

    O zaman sıralamamız şu şekilde; liste yapmaya devam ediyoruz ve en başa sevmediğimiz işleri koyuyoruz. Onları sevemeye çalışıp, kendimize ufak oyunlar oynuyor ve dikkatimizi dağıtacak 'cihaz'ları kendimizden uzak tutuyoruz.

    Başarımız ise; bize kalan zaman ve verimli bitmiş işler (ödülleri de unutmamak gerek)
    Denemeye değer gibi gelmiyor mu kulağa da? Yarın pazartesiyken neden bir hafta boyunca kendime deneme şansı vermiyorum? Bu günden yarını planlasam, hatta haftayı planlasam ve ona göre çalışmaya başlasam. Neden olmasın ki?! Sadece bir hafta gelin hep beraber deneyelim ve sonuçları birbirimizle paylaşalım. Bakalım ödüllerimiz neler olacak :)

    Sevgiyle ve Sağlıkla kalın :)
    Devamını Oku
    Herkese Merhaba

    Mart ayı hem ülkece yaşadıklarımız hem de 3 yıldır hiç hasta olmamama rağmen yataktan çıkamayacak kadar hasta olmam sebebiyle oldukça kötü bir aydı. Acılarımız hala çok taze ve hala inanılmaz tedirginiz ama 'iyiyi' ummaktan, 'güzeli' dilemekten vazgeçmeyelim. Umudumuzu kaybetmeyelim. Biraz klişe gelebilir fakat sevginin ve iyiliğin yenemeyeceği kötülük yok. Evet, yaşanan olaylarda kime sevgi duyabilir ya da neye iyilikle bakabiliriz, değil mi? Hayır, değil. Onca acı varken başkalarını yargılayan insanları görmek daha acıydı ya da bir acının yanında 'hangimizin acısı daha büyük' diye bir yarış içerisine girmek. Anne karnından çıkarken hepimiz aynıydık, eşittik. Büyüdüğümüz çevreler bizi farklılaştırdı. Ancak bu farklarımıza saygı duyarsak bir arada yaşabilir, daha iyi bir ülke olabiliriz.



    Kendimi keyifsiz hatta depresif hissettiğim zamanlar; çevremdekileri ve özellikle de kendimi daha da olumsuzluğa sürüklememek için film ya da dizi izliyorum. Mart ayında da bolca bunu yaptım.
    Çoğu aslında 'En sevdiklerim' kategorisindendi ve bununla ilgili ayrıca bir yazı yazmayı planladığım için şu an bahsetmeyeceğim. Ama izlediğim 3 yeni filmden seve seve bahsedebilirim :)

    İlk ikisi oldukça eğlenceli ve aynı zamanda bolca iştah kabartan filmlerdi. Julie & Julia ve Aşk Tarifi
    Julie & Julia'da hayatında değişiklik yapmak isteyen iki kadının başarılarını ve başarısızlıklarını anlatılıyor. İçerisinde bolca yemek yapılıyor hatta bir ipucu; mayonezin tarifi bile veriliyor. Hem biraz ilhama hem de biraz moral bulmaya ihtiyacınız varsa kesinlikle tavsiye ederim. Meryl Streep ve Amy Adams oyunculuklarının hakkını çok güzel bir şekilde vermişler. Film aldığı 24 ödülü sonuna kadar haketmiş.

    Aşk Tarifi'nde ise Hintli bir ailenin Fransa'nın bir kasabasında restoran açması anlatılıyor. Kimi yerinde hüzünlendiren kimi yerinde ise epey güldüren bir film. Richard C. Morais'in aynı isimli kitabından uyarlanan filmde Helen Mirren ve Om Puri, herkesin duygularına tercüman olacak şekilde oynamış olduklarını söylemeden geçemeyeceğim. Ama bana göre filmin asıl kahramanı Manish Dayal. Karnınız tokken izlemenizi tavsiye ederim.



    Mart ayında izlediğim bir diğer film ise bir Türk yapımı; İlhami Algör'ün aynı isimli eserinden uyarlanan Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku. Bir adamın aşkını konu alan film hakkında pek fazla yorum yapamasam da sanırım aşk en güzel böyle anlatılabilirdi. Duyguların çatışmalarını aleni bir şekilde görmek içinizde bir 'çıt sesi' duymanıza sebep olabilir. Erdal Beşikçioğlu pek sevdiğim bir oyuncu değildi ama film biraz da olsa fikrimi değiştirmemi sağladı. Sırf kafanızda bir şeyleri yeniden anlamlandırabilmek için dahi olsa izlemenizi tavsiye ederim. İzlerseniz düşüncelerinizi seve seve dinleyebilirim.

    Mart ayında aslında 4 kitap okudum ama size sadece ikisinden bahsedeceğim şimdilik. Çünkü diğer ikisini tam olarak bitiremedim.
    Şubat yazımda bahsettiğim gibi mart ayının ilk kitabı Tess Gerritsen'in Mefisto Kulübü 'nü okudum. Okurken inanılmaz gerildim. Tam bir Rizzoli & Isles kitaplarındandı. Oldukça başarılı buldum. Gerilim sevenlerdenseniz mutlaka okuyun derim. Konu olarak bir çocuğun annesinin anlattıklarından etkilenerek kendini şeytanın bir parçası olduğunu düşünmesiyle işlediği cinayetleri anlatıyor.

    O Geri Döndü okuduğum diğer bir kitap. Timur Vermes'in yazdığı kitapta Adolf Hitler'in 66 yıl sonra kendini bir anda günümüzde bulması anlatılıyor. Zaman zaman biraz sıkıcı bulsam da oldukça farkındalık yaratan bir kitaptı. Televizyonun biz insanlara yaptığından tutun da toplumlardaki çeşitli olaylara değiniliyordu. Biraz tarihi bilgi içeren bir kitap olduğundan dolayı tarihi kitapları sevenlerin okumasını tavsiye ederim. Ama eğlenceli olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.

    Mart ayında en çok iki şarkıyı dinledim. Tarz olarak pek sevmesem de dilimden düşürmediğim, bayıla bayıla eşlik ettiğim Muhtemel Aşk şarkısıyla yeni tanıştım aslında. Bir diğeri ise yıllardır bildiğim ara ara severek dinlediğim bir şarkı olan Que Sera Sera idi.

    Yine oldukça uzun bir 'Ne Buldum' yazısı oldu farkındayım. Konuşmayı ne kadar seviyorsam yazmayı da o kadar seviyorum ve ne kadar kısa tutmaya çalışsam da ancak bu kadar başarılı olabiliyorum. Sıkılmadan okuyanlara teşekkürü borç bilip, kahve ikram ediyorum :)

    Siz neler yaptınız mart ayında? Neler dinlediniz mesela ya da severek izlediğiniz, tavsiye edebileceğiniz hangi filmler var?
    Tavsiyelerinizi merakla bekliyorum.

    Bir de artık bir Facebook sayfam var. Gün içerisinde çeşitli paylaşımlarla daha iyi yaşam önerileri, okuduğum, etkilendiğim metinler ve çeşitli görseller paylaştığım, paylaşacağım bir sayfa. Okumaktan keyif alıyorsanız sizi de beklerim :)

    Nisan ayı daha güzel bir ay olsun bizim ve ülkemiz için.. Baharın tüm tazeliğiyle beraber derin bir nefes alıp her şeyi geride bırakalım..

    Sevgiyle ve Sağlıkla kalın.. :)
    Devamını Oku
    Yenİ
    Yazılar
    Eskİ
    Yazılar

    Hakkımda

    Fotoğrafım
    Ayşe Baykal Girginkoç
    Hayat, ciddiye almak için çok kısa; keyif almak için çok uzun bence..
    Profilimin tamamını görüntüle

    Takİp Edİn

    • facebook
    • twitter
    • instagram

    En Son Yazılanlar

    E-Posta Gönderelim!

    * indicates required

    Arşİv

    • ►  2022 (1)
      • ►  Nisan 2022 (1)
    • ►  2019 (13)
      • ►  Mart 2019 (6)
      • ►  Şubat 2019 (3)
      • ►  Ocak 2019 (4)
    • ►  2018 (12)
      • ►  Aralık 2018 (6)
      • ►  Kasım 2018 (2)
      • ►  Eylül 2018 (1)
      • ►  Temmuz 2018 (1)
      • ►  Nisan 2018 (1)
      • ►  Ocak 2018 (1)
    • ►  2017 (12)
      • ►  Temmuz 2017 (1)
      • ►  Haziran 2017 (2)
      • ►  Mayıs 2017 (1)
      • ►  Mart 2017 (3)
      • ►  Şubat 2017 (4)
      • ►  Ocak 2017 (1)
    • ▼  2016 (34)
      • ►  Aralık 2016 (2)
      • ►  Kasım 2016 (1)
      • ►  Ekim 2016 (4)
      • ►  Temmuz 2016 (4)
      • ►  Haziran 2016 (1)
      • ►  Mayıs 2016 (3)
      • ▼  Nisan 2016 (4)
        • Ne Buldum? - Nisan
        • Farkındalık - 2
        • Ertelemek Kaçmaktır, Değil Mi?
        • Ne Buldum? - Mart
      • ►  Mart 2016 (4)
      • ►  Şubat 2016 (6)
      • ►  Ocak 2016 (5)
    • ►  2015 (4)
      • ►  Kasım 2015 (3)
      • ►  Ekim 2015 (1)

    İletİşİm Formu

    Ad

    E-posta *

    Mesaj *

    Son Okunanlar

    • Freddie VS Müslüm - Bu Bir His Savaşıdır!
    • Ertelemek Kaçmaktır, Değil Mi?

    En Çok Okunanlar

    • 20li Yaşlarda Okunması Gereken 12 Kitap
    • Kaliteli Zaman ft. İyi İlişkiler!
    facebook Twitter instagram

    Created with by Ayşe Baykal | Distributed By A Piece of Passion in Life

    Back to top