Blogger tarafından desteklenmektedir.

A Piece of Passion In Life

    • Anasayfa
    • Sağlıklı Beslenme
    • 52 Hafta 52 Değİşİm
    • İyİ Yaşam
    • Tavsİyemdİr
    • _Okunma
    • _İzlenme

     Herkese Selam,

    Uzun oldukça uzun bir aradan sonra yazabiliyor olmak oldukça ilginç geliyor. Meğer klavye kullanmayı unutmamışım. ☺

    Şaka bir yana bu yazı bolca Eskişehir güzellemesi içerecek olup eğer varsa, ki sanmıyorum, sevmeyenlerini rahatsız edebilir. Şimdiden haber vermiş olayım dedikten sonra konuya ışık hızıyla dalıyorum. 

    24 Mart eşimle yıldönümümüzdü. Kendisi Mor ve Ötesi grubunu çok sever. Hediye olarak da genelde deneyimsel hediyeleri sevdiğimiz için konser bileti arayışına girdim. Lakin en yakın zamanda İstanbul'da konserleri yoktu. Araştırırken 25 Mart tarihinde Eskişehir Anemon Otel'de konserleri olduğunu gördüm ve eşime işyerinden izin alıp alamayacağını sordum. İzin kısmını halledebileceğini söyleyince Eskişehir planlamamız başlamış oldu. 

    25 Mart sabahı 08:15'de Söğütlüçeşme'den kalkacak Yüksek Hızlı Tren ile gidecektik. Onun öncesinde otobüs bileti ayırtmıştık gidiş dönüş, fakat tren bileti var mı acaba diye baktığımızda trenin hem daha uygun olduğunu hem de daha kısa sürede orada olabileceğimizi farkettik. Yani hızlı tren otobüse göre hem yarı yarıya karlı hem de daha kısa sürede ulaşıyorsunuz. 

    Şahane bir gün doğumuyla evimizden çıktık ve en yakın metrobüs istasyonuna kendimizi bırakalım dedik. Şahane bir gün doğumu dediğime bakmayın demeyeceğim çünkü turuncu ve inanılmaz parlak bir gökyüzü bize eşlik etti. Bir tarafta ay bir tarafta yeni doğmaya başlayan güneş. Güzel bir 25 Mart sabahı için teşekkürler Evren!

    Söğütlüçeşme'den yüksek hızlı tren ile 3 saat 5 dakikada Eskişehir'e ulaştık. Biraz gürültülü ama genel olarak iyi bir yolculuktu. Otelimiz Peri 26'ya erken gittiğimiz için henüz odamızın hazır olmadığını öğrendik ve kahvaltı için haritalardan bulduğumuz Bal Kahvaltı'ya geldik. Kahvaltı seçenekleri çok fazla. Biz sıcak kahvaltı tabağı ile kahvaltı tabağı tercih ettik. Özellikle vegan/vejeteryan menüsünün olması ilgimi çekti. Tabii bunu tercihimi yaptıktan sonra gördüğüm için deneyimleme imkanım olmadı. Ancak kahvaltı tahmin ettiğimden de yetersiz ve açıkcası lezzetsizdi. Yaklaşık 110 TL gibi bir ödeme yapıp menüde kahve seçeneği olmadığı için biraz ilerisinde bulunan MONK isimli kafeye gittik. Burası tam bir kitabevi kafe konseptinden geniş seçenekli, büyük ama bir o kadar şirin bir kafeydi. Şahsen ben kendimi kaybettim kitaplara bakmaktan. Hasta olduğum için kahve yerine bitki çayı istedim eşim ise espresso. Bitki çayı teapot ile oldukça dolu dolu geldi ve lezzetliydi de. Ancak eşim espressonun oldukça ekşi olduğunu iletti. 

    13:30'a doğru otelimize ulaştık ve biraz dinlendik. Akşama konser olduğu ve konserde Tepebaşı'nda olduğu için rotamızı Tepebaşı tarafına çevirdik. Hem barlar sokağını görelim hem de gelmişken Varuna Gezgin'in ilk şubesini görelim dedik. Barlar sokağında yürürken Adanalı Bekir Usta ile karşılaştık. Kebap ince çizgim olduğu için tabii ki de içeri girdik. Birer porsiyon Adana söyledik. Ancak ikramların ardı arkası kesilmedi. Sanırım yediklerimin hepsi şahaneydi. Ba-yıl-dım. Oradan çıkıp Varuna Gezgin'e doğru yürüdük. İstanbul'daki mekanına göre bambaşka geldi bize Varuna. Daha fresh, daha şık ve çalışanları inanılmaz tatlıydı. Bir süre orada vakit geçirdikten sonra konser alanına doğru yola çıktık. Hava biraz soğuk olmasına rağmen yaklaşık 1 saatlik bir yol yürüdük. Anemon Otel'e geldiğimizde sıra zaten başlamıştı. Şahane bir konserdi çevremdeki herkese gidip dinleyin diye baskı yapacağım :)


    Dönerken merkeze çok uzak bir noktada olduğumuz için taksiyle dönmeyi tercih ettik. Zaten kullandığımız tek ulaşım aracı da o taksi oldu onun dışında her yere devamlı yürüdük. Taksideyken yanımızdan geçen bir araçtan ateş edildi. Bize doğru mu havaya mı bilemiyorum ama çok şükür ki hiçbir sorun yaşamadan Barlar Sokağı tarafına geldik. Bir mekana oturalım dedik ancak her yerde hem çok fazla polis vardı hem de tüm mekanlar hınca hınç dolu. Zaten yorgun da olunca geceyi bitirelim dedik ve otelimize gittik. 

    Ertesi gün, güne 10:00 gibi başladık. Öncesinde Porsuk Çayı kenarındaki kahvaltıcılarda serpme kahvaltı yaptık ve yönümüzü Odunpazarı tarafına çevirdik. En çok görmek istediğimiz yerlerden biri olan Odunpazarı Modern Müze'ye tek kelimeyle bayıldım. Hem içerisinde yer alan sanat çalışmalarına hem bulunduğu alana hem de kafe/restoran bölümüne bayıldım. Şahane düşünülmüş bir yer. Bununla ilgili detaylı yazıma buradan ulaşabilirsiniz. 

    OMM'dan çıkıp Eskişehir Arkeoloji Müzesi'ne gitmeyi planlıyorduk fakat yolumuzun üzerinde Yılmaz Büyükerşen Balmumu Müzesi'ni görünce ve sırada olmayınca önceliği oraya verdik. İyi ki de girmişiz. İlk kez balmumu müzesi gezmenin yanısıra başarılı yapılmış eserlerdi. Keyifle oradan ayrılıp Arkeoloji Müzesi'ne doğru yola çıktık. Bir süre yürüdük ve yürürken de Eskişehir'e taşınıp taşınamayacağımızı konuştuk. Bu fikir ikimize de sıcak gelse de sanırım ben hala deniz görmeden yaşayamayanlardanım. 

    Arkeoloji Müzesi'ndeki gezimizden sonra Odunpazarı tarihi evlerinin arasına girdik ve OMM Restoran kısmına geçtik. OMM restoran kısmında bilmeyenler için hayat kurtaran bir bilgi vermek istiyorum ☺Lavabolardaki muslukları iterek ve döndürerek açıyorsunuz. İlk kez bir yerde açmayı beceremeyip ellerim köpüklü başka bir hanımefendiden yardım istemek durumunda kaldım :) 

    OMM restorana dönecek olursak alkol seçkisi inanılmaz geniş. Şampanyasından çeşitli kokteyllerine, rakısına kadar her çeşit mevcut. Fiyatları oldukça iyi. İç tasarıma değinemiyorum bile çünkü her yerden sanat fışkırıyor ve bu durum mutlaka size bir ilham veriyor. Kokteyl denemeyi sevenlere mutlaka Medcezir ve Aşk Yeniden'i tavsiye edebilirim :)

    Tarihi Odunpazarı Evleri arasında gezerken Tarihi Odunpazarı Köfteci Ahmet ile karşılaştık ve Balaban köfteye kesinlikle hayır diyemedik. Mümkünse demeyin de zaten. Bu kadar lezzetli az şey yemişimdir sanırım. 

    Arkeoloji müzesinden dönerken billboardlarda 26 Mart tarihinde Macbeth oyununun olduğunu gördük ancak online olarak biletini alamadığımız için opera binasına yürümeye karar verdik. Yaklaşık 30 dakikalık bir yürüyüşten sonra opera binasına ulaştığımızda oyunların iptal edildiğini öğrendik. Oyuncular rahatsızlanmış. Güvenlik güleryüz ve tatlı bir dille bu durumu bize anlattı. İstanbul'da resmen güleryüze hasretmişim :(

    Yürüyerek yine meydana ve Porsuk Çayı kenarına geldiğimiz Adım Sanat diye bir kafe ilgimizi çekti ve hazır üşümüşken oturup çay içtik. Hem kitabevi hem söyleşilerin düzenlendiği şahane ve oldukça büyük bir yerdi. Çocuk kitapları kısmına özellikle bayıldım. Otele dönerken otelin çevresindeki sahafları turladık ve ne zamandır deneyimlemek istediğim blind date with book olayını deneyimledim. Hintli bir yazarın kitabını almış oldum bu sayede. 

    Biraz dinlendikten sonra meydandaki Travelers Cafe'ye gittik ve sanki öğrenciymişiz gibi şahane keyifli bir akşam geçirdik. Bu arada eşimle bu zamana gittiğimiz tüm illerini toplu taşıma kartlarını biriktirmek gibi bir koleksiyonumuz var ve sanırım en zor Eskişehir'inkine ulaştık. Eskart satılan nereye sorduysak yok dediler. Hatta bir tanesi artık basılmıyor bulamazsınız dedi. Şans eseri tramvay yolunda sorduğumuz bir büfe var deyince inanmayıp boş boş adamın yüzüne baktık. O derece ümidimizi kesmiştik. Ulaşım zamlarından dolayı kolay kolay bulunmayabiliyormuş.

    27 Mart sabahı dönüşümüz 14:48'te olduğu için kalkıp kahvaltımızı yapıp yine Odunpazarı Tarihi Evleri kısmına doğru yürüdük. Tarihi müzeleri ve Ataol Behramoğlu Kütüphanesi gezip tren istasyonuna doğru yola çıktık.

    Eskişehir'e bayıldım. Ciddi anlamda taşınmayı düşündüm diyebilirim. Ama sanırım hala bir sahil kasabasına taşınmayı istiyorum. Kafamda çok fazla proje fikri ile döndüm yani o derece ilham buldum. Eskişehir bence tam olarak iki kısımdan oluşuyor; biri evin yaramaz çocuğu olan Tepebaşı tarafı diğeri de evin ağır topu, sakinliği dillere destan ablası Odunpazarı. Tepebaşı daha partilemeye müsaitken Odunpazarı'nda sakince kitabınızı okuyabilirsiniz. Gezdiğimiz tüm müzeler inanılmaz uygundu. İstanbul'da herhangi bir müzeye girmek 50 TL'den başlarken 20 TL üzerine hiç çıkmadık. Herkes inanılmaz mutlu ya da güleryüzlü. Somurtan kimse görmedim. En önemlisi her yer yürüme mesafesinde olduğu için illa toplu taşıma ya da trafik çilesi çekmek zorunda kalmadım. 

    Mutlaka gidin görün diyebileceğim bir yer. :)

    Sevgiler :)

    Devamını Oku
    Zaman ilerledikçe sadece kültürel görünmek için yapılan şeylerden vardır: Fikrimiz olmadığı halde fikrimiz varmış gibi görünmek de onlardan biri mesela. 
    Özellikle son zamanlarda okumadığımız halde okumuş gibi yaptığımız kitaplar aldı başını gidiyor. BBC tamda bu konu üzerine bir araştırma yapmış ve okunmadığı halde okunmuş gibi yapılan 20 kitabı belirlemiş. 2000 İngiliz üzerinde yapılan bu araştırmada özellikle ekrana uyarlanan kitapların,  daha zeki görünmek amacıyla okunmuş gibi yapıldığı sonucuna varılmış. 

    Gelelim bu 20 kitaba.. Biz de İngilizler gibi mi yapıyoruz listeyi görünce anlarız ☺


    1. Alice's Adventures In Wonderland - Lewis Carol (Alis Harikalar Diyarında)
    2. 1984 - George Orwell 
    3. The Lord Of The Rings trilogy - JRR Tolkien (Yüzüklerin Efendisi Üçlemesi)
    4. War And Peace - Leo Tolstoy (Savaş ve Barış)
    5. Anna Karenina - Leo Tolstoy 
    6. The Adventures Of Sherlock Holmes - Arthur Conan Doyle (Sherlock Holmes'un Maceraları)
    7. To Kill A Mockingbird - Harper Lee (Bülbülü Öldürmek)
    8. David Copperfield - Charles Dickens
    9. Crime And Punishment - Fyodor Dostoyevsky (Suç ve Ceza)
    10. Pride And Prejudice - Jane Austen (Aşk ve Gurur)
    11. Bleak House - Charles Dickens (Kasvetli Ev)
    12. Harry Potter (Series) - JK Rowling
    13.  Great Expectations - Charles Dickens (Büyük Umutlar)
    14. The Diary Of Anne Frank - Anne Frank (Anne Frank'ın Günlüğü)
    15. Oliver Twist - Charles Dickens
    16. Fifty Of Shades trilogy - EL James (Grinin Elli Tonu Üçlemesi)
    17. And Then There Were None - Agatha Christie (On Küçük Zenci)
    18. The Great Gatsby - F. Scott Fitzgerald (Muhteşem Gatsby)
    19. Catch 22 - Joseph Heller (Madde 22)
    20. The Catcher In The Rye - JD Salinger (Çavdar Tarlasında Çocuklar) 
    Listeye göz attığımda 3/20 kaldığım için kendimi bir köşede sessizce ayıplamaya devam ederken, sizin oranınız nedir? 

    Hazır kitaplara dair güzel bir liste varken belki ilham olur diyebileceğim bir listede bu linkte yer almaktadır. 

    Okumadığınız halde bir kitabı okuyormuş gibi yaptığınız oldu mu? 

    Sevgiyle ve sağlıkla kalın ❤ 
    Devamını Oku
    52 Hafta 52 Değişim yazılarına başladığımda hayatımda bir düzen olsun istedim. İlk görev olarak da ömrüm boyunca hiç düzene sokamadığım bir şey ile başladım: Her gün vücudumun ihtiyacı olan suyu içmek.

    Çünkü bu yaşa kadar vücudumuzun 3/4'ünü kapladığı ve yaşam kaynağı olduğu bilgisiyle donatıldık durduk. Su içmediğimiz zaman biliyoruz ki böbreklerimiz çalışmayı bırakacak, cildimiz pul pul kuruyacak, kurak bir toprak gibi çatlayacağız. Bu yüzden de ne yapıp, etmeli su içmeliyiz.

    Gerçekten böyle mi peki? Öncelikle vücudumuzun ihtiyacı olan suyu sadece su içerek sağlamıyoruz yediğimiz besinlerden de sıvı elde ediyoruz. Ama evet, su gerçekten sağlıktır!

    Kanımızın %92'si, kemiklerimizin %22'si, beynimizin ve kaslarımızın %75'i sudan oluşur. Hücrelerimizin yapısına katılır, kanımız aracılığıyla hücrelerimize besin ve oksijen taşır, yetmezmiş gibi vücudumuzda açığa çıkan zararlı maddelerin, yani toksik maddelerin, vücudumuzdan dışarı atılmasını sağlar. Kan, hücre, toksik madde derken sanırım biraz da olsa önemli olduğuna inandık değil mi?



    Böbreklerimizden toksik maddelerin temizlenmesi, idrar ile atılmasını sağlarken, kan basıncımızı düzenler. Hücre içi ve dışı elektrolit dengesinin kurulması ile hücrelerimizin sağlıklı olmasında önemlidir. Göz, ağız ve burun kanallarımızın kurmasını engeller ve vücudumuzun ısısının stabil kalmasını sağlar.

    Kısacası suyun önemi sadece zayıflatması değildir ki her gün içmeniz gereken oranda su içtiğimizde ayda 3 kiloya kadar kilo verebiliriz.

    Sağlıklı bir birey olabilmemiz için öncelikle yeterince su içmemiz gerekir. Bunu nasıl belirleyebiliriz peki? Bu durum birçok değişkene bağlıyken bu link üzerinden hesaplayabilirsiniz.

    Hesabı yaptık fakat içebilme motivasyonunu sağlamak zor, çünkü her an da aklımıza gelmiyor su içmek, şişeler önümüzde dahi olsa.

    Ama vücudumuz susuz kaldığında dehidrasyon sürecine girer. Yani susuz kaldığı için yukarıda saydığımız yaşamsal faaliyetlerini sürdürmekte zorlanır. Vücudun susuz kalmasına, su kaybetmesine dehidrasyon denir. Vücudumuz uzun süre dehidrasyon sürecinden çıkamazsa ölümle dahi sonuçlanacak durumlar söz konusu olabilir. Dehidrasyon sürecinden çıkabilmemiz için düzenli su içmemiz gerekir.


    Düzenli su içebilmek için isterseniz kendiniz bir çizelge oluşturabilir ve saat başı bir bardak ile tüketmeniz gereken su miktarını tüketebilirsiniz ya da telefonunuza indirebileceğiniz herhangi bir hatırlatıcı uygulama sayesinde hem günlük içme oranınızı hesaplayabilir, hem çizelge tutabilir hem de su içmeyi, gelen bildirimler sayesinde hatırlayabilirsiniz.

    Bu arada aç kalma hissi ile susuzluk hissi vücudumuzda aynı etkiyi yaratır. Bu yüzden açlık hissi yaşadığımızda içeceğimiz bir bardak su, direkt olarak gereksiz kalori alımımızı engelleyecektir ve kilo verme sürecimizi olumlu etkileyecektir.

    Su gerçekten sağlıktır ve hayatımızın her anını önemli ölçüde etkiler. Düzenli su içtiğimizde yorgunluk, uykusuzluk, açlık gibi olumsuz etkileri yaşamazken, daha parlak bir cilt ve daha enerjik bir ruh hali ile sağlıklı bir insan olabilmemiz mümkün.

    Siz düzenli su tüketebilmek için neler yapıyorsunuz?

    Sevgiyle ve sağlıkla kalın ❤
    Devamını Oku
    Herkese Selam,

    Çocukluğumda, hemen hemen her akşam babam elinde defter devamlı yazardı. İmrenirdim ne yazdığını bilmeden. Biraz daha büyüdükçe anladım ki gün boyunca ne yaptığını, kimlerle ne görüştüğünü vs. yazarak güne not düşüyormuş. Şimdilerde bile dönüp baktığında o gün neler yaptığını, neler olduğunu anbean biliyor. Bir tür tarihe not düşüyor aslında. 

    Elim kalem tutmaya başladığından beri aynı şekilde güne not düşmeye başladım. Eskiden sadece günle ilgili not düşerken, şimdilerde güne dair hissettiklerimi yazıyorum. Kimseyle paylaşmak istemediğim, ki hepimizin içinde yaşadığı duygular mutlaka var, duyguları sadece bir kağıda ortak ediyorum. 

    Yeni görev geliyor... ☺

    14. Görev; 18.03.2019 - Güne Not Düş.



    Tek ihtiyacımız olan bir defter ve bir kalem. Bu anı daha da özelleştirmek tabii ki elimizde. Mesela şık bir defter ve bir dolma kalem ile kendimize verdiğimiz değeri arttırabiliriz ki bu durum bile iyi hissetmemizi sağlar. Yatmadan hemen önce güzel sakin bir müzik eşliğinde bırakalım da gün boyunca içimizde birikenler kağıda dökülsün. O gün neler yaşadığımızın, neler hissettiğimizin, nelerin gerçek, nelerin sahte olduğunun sorgulamasını yapalım. Bir gün sonrası daha güçlü gelecek. Çünkü yaşadığımız günden ve en önemlisi hissettiklerimizden birer ders çıkarıyor, nefesimizin farkına varıyoruz. Aldığımız nefesi fark edemeden yaşadığımız için her geçen günün nasıl geçtiğini, bize ne kattığını anlayamıyoruz. Durup düşünecek zamanı yaratmıyoruz. Güne düşeceğimiz her notla düşünecek zamanı yaratacağız. 

    3-4 cümle de olsa, bir paragraf da olsa mutlaka bir şeyler karalayın ve mümkünse teknolojik aletlerden uzak bir şekilde kağıt ve kalemle yapın. Kağıdı elinizin altında hissedin. Yazmak, en güzel terapi yollarından biri. Bu ücretsiz terapiyi uygulamak için neyi bekliyoruz ki!

    Hadi günlere not düşüyoruz ve nefesimizin farkına varıyoruz. 

    Sevgiyle ve sağlıkla kalın ❤

    Bir de blogta kalmak ve yazılardan haberdar olmak için yandaki 'E-Mail Gönderelim' kutucuğuna mail adresinizi bırakmayı unutmayın!

    1. Her Gün İhtiyacın Olan Suyu İç!
    2. Günü Erken Karşıla!
    3. 25 Sayfa Kitap Oku!
    4. Daha Fazla Hareket!
    5. Plastik Poşete Hayır!
    6. Cebindeki Bozuklukları Kumbaraya At!
    7. Günü Planla! 
    8. Her Güne Bir Kayıt!
    9. Sosyal Medya Detoksu
    10. Şeker Detoksu
    11. Her Güne Bir Belgesel
    12. Şikayet Etmek Yok!
    13. Her Sabah Oil Pulling Yap

    Devamını Oku
    Teknolojinin ilerlediği şu zamanlarda birbirimizle olan iletişimimiz koptu. Tek suçlusu da teknoloji. 🙈
    Hayır, değil! 👊 Bunun hepimiz farkındayız. Hayatımız telefonda geçiyor ve tek yaptığımız kim, nerede, ne yapıyor! Durum böyle olunca da iletişim de kalmıyor, konuşacak konu da. 

    Hep duyduğumuz ama tam olarak ne olduğunu bilmediğimiz bir kalıp var: Kaliteli zaman!

    Kaliteli zaman sevdiklerinizle beraber elinizde telefon ayrı köşelerde durmak demek değil, birlikte bir paylaşım içerisinde bulunmak demek. Sevdiklerinizle günü değerlendiriyor dahi olsanız bile kaliteli zaman geçirmiş oluyorsunuz. 

    Ülkemizde kaliteli zaman geçirmek, hep çocukla yapılması öngörülen bir durum gibi, zira Google'da 'kaliteli zaman geçirmek' şeklinde arama yaparsanız, karşınıza çıkan tüm yazılar;  'çocuğunuzla kaliteli zaman geçirmenin 10 yolu, sevgilinizle kaliteli zaman geçirin' şeklinde. 

    Kaliteli zaman geçirmek bence iletişimi kuvvetlendirmek demek. Bu yüzden de önce kendinizle olan iletişiminizi kuvvetlendirmeniz gerekir. Yani 'kaliteli zamanı' önce kendiniz için yaratmalı, kendinizi dinlemeli, kendi iç sesinizle konuşmalısınız. 



    Kendin için 'kaliteli zamanı' nasıl yaratabilirsin?

    Sevdiğin şeyi yaparak. Neyi yaparken keyif alıyorsunuz mesela? Dikiş dikerken, kitap okurken, dizi izlerken, yazı yazarken, spor yaparken, meditasyon yaparken, yürürken, bir kafede kahve içerken, yemek yerken, uyurken, vs. Kendinizle konuşabildiğiniz, kendinizi sorgulayabildiğiniz ve kendinizle geçirdiğiniz ândan keyif aldığınız her zaman, kaliteli zamandır. 

    Kendinizle kurduğunuz iletişimde başarılı olduğunuz takdirde karşınızdaki kişi kim olursa olsun başarılı ilişkiler kurmuş olursunuz. Çünkü kendinizle kurduğunuz ilişki; neyi sevip, neyi sevmediğinizi, neleri kabullendiğinizi ve insanlara olan bakış açınızı netleştirebilir. Bu durum karşınızdaki insanı herhangi bir kalıba sokmadan olduğu gibi kabullenmenize sebep olacaktır ve bu da sağlıklı bir iletişimin en temel maddesidir. 

    Kendinizle yalnız kalmaktan korkmayın ve içinizden gelen sese kulak verin. Dinledikçe aldığınız kararların, yaptıklarınızın aslında doğru olduğunu fark edeceksiniz. Çünkü kendimizden kaçtıkça, yalnızlaşıyor, mutsuz oluyor ve başarısız ilişkiler kuruyoruz. Kendimizden kaçmak yerine kendimize vakit ayırmak, hayatımızda yeni bir kapının açılmasını sağlayacak. 

    Kendinize vakit ayırmak için neler yapıyorsunuz?

    Sevgiyle ve sağlıkla kalın ❤ 
    Devamını Oku
    Eskİ
    Yazılar

    Hakkımda

    Fotoğrafım
    Ayşe Baykal Girginkoç
    Hayat, ciddiye almak için çok kısa; keyif almak için çok uzun bence..
    Profilimin tamamını görüntüle

    Takİp Edİn

    • facebook
    • twitter
    • instagram

    En Son Yazılanlar

    E-Posta Gönderelim!

    * indicates required

    Arşİv

    • ▼  2022 (1)
      • ▼  Nisan 2022 (1)
        • Eskişehir Güzellemesi
    • ►  2019 (13)
      • ►  Mart 2019 (6)
      • ►  Şubat 2019 (3)
      • ►  Ocak 2019 (4)
    • ►  2018 (12)
      • ►  Aralık 2018 (6)
      • ►  Kasım 2018 (2)
      • ►  Eylül 2018 (1)
      • ►  Temmuz 2018 (1)
      • ►  Nisan 2018 (1)
      • ►  Ocak 2018 (1)
    • ►  2017 (12)
      • ►  Temmuz 2017 (1)
      • ►  Haziran 2017 (2)
      • ►  Mayıs 2017 (1)
      • ►  Mart 2017 (3)
      • ►  Şubat 2017 (4)
      • ►  Ocak 2017 (1)
    • ►  2016 (34)
      • ►  Aralık 2016 (2)
      • ►  Kasım 2016 (1)
      • ►  Ekim 2016 (4)
      • ►  Temmuz 2016 (4)
      • ►  Haziran 2016 (1)
      • ►  Mayıs 2016 (3)
      • ►  Nisan 2016 (4)
      • ►  Mart 2016 (4)
      • ►  Şubat 2016 (6)
      • ►  Ocak 2016 (5)
    • ►  2015 (4)
      • ►  Kasım 2015 (3)
      • ►  Ekim 2015 (1)

    İletİşİm Formu

    Ad

    E-posta *

    Mesaj *

    Son Okunanlar

    • Freddie VS Müslüm - Bu Bir His Savaşıdır!
    • Ertelemek Kaçmaktır, Değil Mi?

    En Çok Okunanlar

    • 20li Yaşlarda Okunması Gereken 12 Kitap
    • Kaliteli Zaman ft. İyi İlişkiler!
    facebook Twitter instagram

    Created with by Ayşe Baykal | Distributed By A Piece of Passion in Life

    Back to top