Blogger tarafından desteklenmektedir.

A Piece of Passion In Life

    • Anasayfa
    • Sağlıklı Beslenme
    • 52 Hafta 52 Değİşİm
    • İyİ Yaşam
    • Tavsİyemdİr
    • _Okunma
    • _İzlenme
    Herkese Selam,

    Geçtiğimiz hafta bir parçada olsa hayatıma kattığım hareketle az buçuk vücudumu çalıştırdım. Fakat yetmediğini fark edip yeni gelen seneyle beraber hayatıma sporu daha fazla entegre etmeye karar verdim.
    Bazen farkında olabilmemiz için sadece bir adım atmamız gerekiyor.

    Birkaç ay önce başka bir adım daha atıldı. Aslında adımı atanların amacının iyi olduğunu düşünmesem de sağlayacağı faydalar oldukça etkili. Ne diyor bu kız?

    5. görevden bahsediyorum ☺



    5. Görev; 31.12.2018 - Plastik Poşete Hayır!

    Devlet tarafından paralı hale gelen plastik poşetlerin doğaya verdiği zararı bilmeyenimiz yok fakat kendimizi ikna etme noktasında oldukça zorlanıyoruz. Aynı şekerin vücudumuza verdiği zararı bilmemiz ve kullanmaya devam etmemiz gibi.. Çünkü bedava ve her an elimizin altında olması işimize geliyor. Ama artık bir bedel ödeyeceğimiz için eskisi kadar hunharca kullanamayacağız. Bu da tüketimini yarı yarıya azaltacak. Doğa için ufak bir adım atmış olacağız.

    Zaten bir süredir hayatıma entegre etmeye çalıştığım konuyu bu hafta tamamen kesip atıyorum ve poşet kullanımıma 'dur!' diyorum.  Yanımda taşıyacağım bez çanta mutlaka işimi görecektir. Yoksa da kadınlar olarak zaten büyük çantalar kullanmıyoruz muyuz? 🙈

    Birey olarak kendime olduğu kadar içinde yaşadığım doğaya da özen göstermem gerekiyor ki bu dünyanın tek sahibi değilim.

    Sevgiyle ve Sağlıkla kalın ❤

    Bir de blogta kalmak ve yazılardan haberdar olmak için yandaki 'E-Mail Gönderelim' kutucuğuna mail adresini bırakmayı unutmayın!

    1. Her Gün İhtiyacın Olan Suyu İç!
    2. Günü Erken Karşıla!
    3. 25 Sayfa Kitap Oku!
    4. Daha Fazla Hareket!

    Devamını Oku
    Herkese Selam,

    Geçen hafta günde 25 sayfa ile bir kitap bitirip yeni bir kitaba başladım. 175 sayfa ile değil tabii ki ama bitirmek üzere olduğum için yeni bir tanesine başlama imkanım oldu. Yani aslında kitap okuyacak vaktim var da ben o vakti telefonda değerlendiriyormuşum. Farkındalık yarattım kendi içimde. Gerçekten tahmin ettiğimden kolay oldu. Tek yapmam gereken yatmadan önce kendimi telefona mahkum edip Instagram üzerinde gezinip; kim, nerede, ne yapmış gibi 5N1K sorularına cevap vermekten yorgun düşmektense kitap içinde belli başlı karakterlerin en azından yazılan yani bir bakıma gerçek olan hikayelerine dalıyorum. Ki hayatımızın en büyük gerçeği olarak 'tercihlerimi değiştirerek hayatımı yönetiyorum'


    Kısacası 52 Hafta 52 Değişim etkisini gösteriyor. Evet hala ve hala su içmek için kendimi zorlamam gerekiyor tam olarak istediğim etkiye ulaşamadı ama çabalarım sürüyor. 2019'da düzenli olarak su içeceğime inancım tam. Haftasonları uyku düzenim biraz sapıtsa da gece yarılarına kadar çalışmaktan yine de erken kalkıyorum. Her gün 6'da gözlerimi açıyorum diyemem ama kendime ve işlerime zaman ayırabiliyorum.

    4. Hafta ile ilk ayı tamamlamaya başlarken bu hafta artık bir tık hareketlenelim istiyorum.

    4. Görev; 24.12.2018 - Daha Fazla Hareket!

    Her gün bir dakika plank yapmaya var mısınız?

    Ben varım. Zira karın kaslarım çalışsa, bir tık kuvvetlense, oturmaktan varlığını unuttuklarım ben burdayım dese bence iyi olur. Eğer bu haftayı başarıyla atlatırsak sonrası 15 dakika plankla gelecek. ☺

    Plank nedir derseniz?

    Spor eğitmeni değilim, olabilecek düzeyde de değilim. Kaldı ki olabilmem için de aşağı yukarı 20 kilodan fazla vermem gerekiyor. Bu yüzden siz yaparken yine de kendinize dikkat ederek yapın ve eğer boyun fıtığı, bel fıtığı gibi rahatsızlıklarınız varsa hiç yapmayıp deneme isteğinizi başka bir haftaya saklayın.

    Sağlıkla ve sevgiyle kalın ❤

    Bir de blogta kalmak ve yazılardan haberdar olmak için yandaki 'E-Mail Gönderelim' kutucuğuna mail adresini bırakmayı unutmayın!

    1. Her Gün İhtiyacın Olan Suyu İç!
    2. Günü Erken Karşıla!
    3. 25 Sayfa Kitap Oku!
    Devamını Oku
    Herkese Selam,

    Hepimizin içini ısıtan, keyif veren birçok kez izlesekte bıkmadığımız filmler listesi mutlaka vardır. Fark ettim ki benim de öyle bir listem var ve hepsi aynı kişinin eseri. Böyle olunca bu listeyi sizinle de paylaşmak istedim ki hazır kış mevsimini yoğun bir şekilde hissedip, bir de üzerine en uzun geceyi yaşarken neden içimizi de ısıtmayalım ki.



    Nora Ephron, hem yazar hem yapımcı hem de yönetmen. 10 parmağı 10 marifet. Aslında hepimiz biliyoruz filmlerini. Çünkü filmlerle ilgili yapılan her listede mutlaka birkaç filmi yer alıyor.

    1. When Harry Met Sally (Harry ve Sally Tanışınca) 
    2. Silkwood 
    3. Heartburn (Aşk Sancıları)
    4. My Blue Heaven (Mavi Cennetim)
    5. This Is My Life
    6. Sleepless in Seattle (Sevginin Bağladıkları)
    7. Mixed Nuts (Çılgın Yılbaşı)
    8. Michael
    9. You've Got Mail
    10. Hanging Up (İş Bitirici)
    11. Bewitched (Tatlı Cadı)
    12. Julie & Julia
    13. Cookie

    Meryl Streep, Meg Ryan, Diane Keaton, Jack Nicholson gibi usta oyuncuların oynadığı sımsıcak filmler her biri. Özellikle Julie &Julia ve You've Got Mail her yıl mutlaka izlediğim filmler. İçimi ısıtmak bir yana hayatıma yön verdikleri de aşikar. Yayıncılık sektörüyle ilgileniyorsam bu tamamen You've Got Mail filmindeki Kathleen Kelly karakterinin eseridir. Blogtan koptuğum zamanlarda ilham veren ise Julie & Julia filmindeki Julie Powell karakteridir.



    Siz hangilerini seviyor, ilham buluyorsunuz?

    Hadi yorumlarda buluşalım!

    Sevgiyle ve sağlıkla kalın ❤
    Devamını Oku
    Herkese Merhaba,

    52 haftalık sürecin 3. haftasına başladık.

    Bu iki haftalık süreçte suyun ruhuma, bedenime ve bana ne kadar iyi geldiğini farkedip; erken kalkarak kendime daha çok zaman yarattım. Sürdürebilir bir hale gelmesi tabii ki de bir haftada olmuyor fakat zamanı yönetebilmek elimde, elimizde!

    Aklıma her gelişinde su içmek gibi ya da alarmımın hep 6:00'a kurulu olması gibi, küçük ama etkili şeyler. Birkaç küçük hareket aslında baktığımızda, ama hayatımızda büyük değişikliklere sebep oluyor.

    Geçen hafta 6'da kalktığım süre boyunca hem rahat rahat hazırlanarak işe gittim hem de kendime bolca vakit ayırdım. Düzenli paylaşım yaptım, kitabımı bitirdim ve kahvaltısız evden çıkmadım. Yolda aldığım poğaçaya her gün 2 TL vermediğim için de 10 TL kâr edip bunu kumbarama attım.

    Küçük ama etkili adımlar atmış oldum.



    3. Görev; 17.12.2018 - 25 Sayfa Kitap Oku!

    Sene başında 2 ayda 12 kitap bitirerek yıla muhteşem bir başlangıç yapmıştım. Fakat yılın sonuna doğru gerek yaşam şartlarım gerek tercihlerim sonucu neredeyse 1 ayda 1 kitaba kadar geriledim. Halbuki yılın başındaki de aynı kişiydi, şimdiki de.
    Yaşam şartlarıma etki edebilmem mümkün değil şu an için ki etmemi gerektiren bir durumda yok çok şükür. Fakat tercihlerimi değiştirebilirim. Her akşam yatarken telefona bakmak yerine kitap okuyabilirim. Sabahları otobüste Instagram'da dolaşmak yerine kitap sayfalarında kaybolabilirim.
    Her gün okunan 25 sayfa ayda 750 sayfaya denk geliyor. Bu da ortalama ayda 2-4 kitap yapıyor. Yılda ise 9000 sayfa ile 30-40 kitaba tekabul ediyor.

    Yine güzel ve kolay bir hesap farkındayım. Pratiğe dökmek de öyle.

    Bu hafta içinde bu yıl okuduğum kitaplardan da bahseceğim bir yazı gelecek buraya ki hepimiz bir iştahlanalım ☺

    Sevgiyle ve sağlıkla kalın ❤
    Devamını Oku
    Herkese Merhaba,

    Geçen hafta başladığımız 52 Hafta 52 Değişim programında ilk görev başarıyla sonuçlandı. Alışkanlığa dönüştü mü derseniz, net bir şey söyleyemem fakat biraz etkili oldu. Bu haftada aynı şekilde su içmeye devam.

    Yarın yeni bir görev zamanı.

    2. görev; 10.12.2018 - Günü erken karşıla!

    Hepimizin uykuya düşkünlüğü belli fakat ne kadar geç kalkarsam o kadar suçluluk duyuyorum. Çünkü günü öldürüyormuşum gibi hissediyorum. Yapacak bir sürü şey olunca aklımda, yatakta geçen süre oldukça gereksiz geliyor ki gerçekten uykuyu çok seven biriyim. Yaşadığım her şeyin uyuyunca geçeceğine inanırım. Ama bu gereksiz olduğunu düşünmeme engel değil. Erken kalktıkça hallettiğim işlerin haddi hesabı yok. Özellikle bir yandan çalışıp, bir yandan da hobinizi geliştirmeye çalışıyorsanız ikisine birden normal bir düzende zaman ayırabilmek mümkün olmuyor. Bu yüzden de vazgeçmem gereken şeyin uyku olduğunu, 12-6 saatleri arasında uyuduğumda da vücudumun salgılaması gereken hormonları salgılayacağını biliyorum. Normal şartlarda işe gitmek için 07:20'de yataktan çıkmam gerekiyor ki ben bunu erteleye erteleye 07:40'a dayıyorum. 15 dakika içinde fırlayıp, alelacele evden çıkıyorum. Bu durumda da ne kahvaltı yapabiliyorum ne de vücudumu uyku halinden çıkarabiliyorum. Yolda aldığım bir poğaça da vicdan azabı olarak geri dönüyor. Velhasıl 6:00'da kalkarak kendime 80 dakika ayırmış oluyorum. 7x80 dersek de 560 dakika  = 9 saat 20 dakika kazanmış oluyorum ki bu da hemen hemen bir mesai saatine eşit. Ortalama bir hesap yaptım. Hal böyle olunca da bu haftaki yeni görev için oldukça heyecanlıyım. ☺



    Tamam erken kalkacağım ama ne yapacağım? Sabah uyanır uyanmaz bir süre yaptığım oil pulling ve elma sirkeli su içme durumuna devam edeceğim. Bunları yaptığım için tıkanıp, kısacık sürede kahvaltı yapamıyordum doğal olarak. Midemi sakinleştirip kahvaltı yapacağım ki gün içindeki zararlı atıştırmaların önüne geçebileyim. Bu sürede kitaplarımı bitirebilir, sosyal medya paylaşımlarımı düzenleyebilir ya da bitiremediğim işlere devam edebilirim. Kendime ayırabileceğim koca bir zaman dilimi ki spor bile yapabilirim de evin tüm halkını uyandırmak istemem. ☺

    Yeni göreve hazırım ve biliyorum ki siz de zamanla bana eşlik edeceksiniz.

    Hayatımızı hep beraber bir düzene sokacağız ve mutlu birer birey olacağız.

    Sevgiyle ve sağlıkla kalın ❤


    1. Her Gün İhtiyacın Olan Suyu İç!
    Devamını Oku
    Herkese Merhaba,

    Hepimiz hayatımızda bir şeyleri değiştirmeyi istiyor fakat bir türlü harekete geçemiyoruz. Nedense hep adım atmak zor geliyor ya da birilerinin destek olmasını bekliyoruz. Sanırım başkalarından aldığımız motivasyon bizi daha rahat harekete geçiriyor. Çünkü 'gaza gelmek' için hep başkalarından ilham bekliyoruz.

    Hazır yeni bir yıl geliyorken istediklerimize ulaşabilmek, daha güzel bir hayata adım atabilmek ve bir şeyleri değiştirebilmek için adım atalım istedim ve bunu önce kendi içimde başlatmaya karar verdim.

    52 hafta var önümde ve 52 küçük değişiklikle hayatıma yön vereceğim. Her pazartesi yeni bir görevle başlayacak, pazar akşamına kadar bu görevi başarıyla tamamlarsam yeni hafta yeni bir görev olacak tamamlayamazsa aynı görevi devam ettireceğim. 7 gün boyunca aynı şeyi yapabilmek kolay geliyor kulağa. Fakat bir şeylere başlayıp, 3. günde bıraktığınız oldu mu? Benim oldu. İtiraf edin sizin de oldu. Çünkü vücut için 3 gün, 72 saat, önemli bir süre. Spor yaparsak etkisi 3 gün sonra kaybolur. Bu yüzden minimum haftada 3 gün spor yapılması önerilir. Vücut durumu idrak ediyor ve 'hadi toparlan bir şeyler değişiyor' diyor.  Bu değişimlerde önemli olan tabii ki diğer haftaya geçtiğimde yine istikrarı sağlamak olacak. Bir önceki hafta yaptığım şeyi aynı istikrarla yapmak, yeni görevi sonuçlandırmak kadar önemli ama arada fire vermek çok sorun değil.

    Benimle beraberseniz veya bir şeyleri değiştirmek istiyorsanız, treni ister başından yakalayın isterseniz de değiştirmek istediğiniz bir görevde bana katılın hiç fark etmez. Yeter ki bir şeyleri beraber değiştirelim ☺

    İlk hafta - 3 Aralık 2018

    Her gün ihtiyacın olan suyu iç!

    Suyun önemini hepimiz biliyoruz ama içmiyoruz. İçenlere de gıptayla bakıyoruz. İki günü sadece 1 bardak su ile geçirdiğimi bildiğim için ilk başlayacağım görev bu olacak. 
    Çünkü düzenli su içtiğim halimle, içmediğim halim arasında inanılmaz bir fark var. Biri yataktan neredeyse dans ederek kalkarken, diğeri yatağıyla yorganıyla yola çıkmaya hazırlanıyor. Sırf bu ruh hali değişimi bile bir etken olmalı aslında.

    İyi güzel de nereden bileceğim ne kadar su içeceğimi değil mi? Bu oran kiloya, yaşa, yaşadığımız iklime hatta hareketliliğimize bile bağlı olarak değişiyor. Özel bir hesaplama yöntemi de yok bence. Amacım sadece su içmek olduğundan dolayı bir uygulama kullanıyorum.

    Drink Water

    Uygulamayı ilk yüklediğimde üyelik oluşturmamı istiyor ve kilomu soruyor. Böylece ortalama olarak içmem gereken miktarı belirliyor. İçtikçe de işaretliyorum. Drink Water kısmına her bastığımda su miktarı yukarıya çıkıyor ve o başarma hissi en güzel motivasyon kaynağı oluyor. 

    Ben yarından itibaren 7 gün boyunca sadece bu göreve odaklıyım. Ya siz? Var mısınız benimle beraber su içmeye ve bol bol tuvaletleri ziyaret etmeye? ☺☺ İyi yanından bakmakta fayda var her gidiş gelişimizde adım attığımız için hareketlilik oranımızı da arttırmış oluyoruz. 

    Aşağıdaki çizelgenin çıktısını alabilir, görevlerinizi onun üzerinden takip edebilirsiniz. 7 değil 8 kutucuk var bu da başarıyla bitirdiğiniz her görev için bir yıldız koymak demek 👊


    Önce kendimizi, sonra da dünyayı değiştirelim hadi!
    Instagram hesabım üzerinden görevin aşamalarını takip edebilirsiniz ya da bana destek çıkabilirsiniz ❤

    Sevgiyle ve sağlıkla kalın ❤
    Devamını Oku
    Kış mevsiminin gelmesiyle beraber her yerde bir 'Christmas' havası. Kırmızıyla yeşilin uyumu, ışıkların gösterileri içime farklı bir huzur veriyor. Aynı zamanda aralık ayı hediye ve alışveriş ayı olarak da kendini sevdiriyor. Her insan gibi hediye almayı seviyorum ama manevi değeri olanları maddi değeri olanlara göre tercih ederim. İşte bu alışveriş çılgınlığını perçinleyen daha da katmanlayan bir gün var ki belki de sene başından beri herkes bugünü bekliyor; Black Friday!


    Amerika'da Şükran Günü'nden sonraki ilk Cuma günü Black Friday olarak kabul edilir ve tam bir alışveriş çılgınlığı yaşanır. Evet, telefonunuza gelen mesajlardan, günlerdir her yerden gözümüze gözümüze sokulan reklamdan da anlayacağınız gibi tam bir alışveriş çılgınlığı. Markalar ihtiyacımız olmayan 15. kazağı 'Alsam mı?' acaba diye düşündürürken, elini cebimizdeki paraya ve anlık yaşayacağımız mutluluğa uzatmış durumda. 

    Daha önce mağazacılık ve hazır giyim sektöründe çalışmış biri olarak firmaların planladığı kampanyaları ve satış stratejilerini az buçuk biliyor ve anlayabiliyorum. Fakat anlayamadığım insanların nasıl bir ürünü almak için kendinden bu kadar geçebildiği. Gerçekten ihtiyacmız var mı kendimizi, almak için hırpaladığımız o ürünlere? Dolabımızda yer var mı 20 farklı kazağa, 15 farklı monta? Aldığımız her ürün bize ekstra yük olarak dönüyor ve bizi ayrıca yıpratıyor aslında. Maddiyatla elde ettiğimiz her ürün bizi mutlu etmek yerine aksine bunaltıyor. 

    Bu büyük indirimlere neden Black Friday (Kara Cuma) denilmiş biliyor musunuz? O gün mağazalarda çalışanların zor şartlar altında ve uzun süreler çalışmasından, hatta insanların birer The Walking Dead edasıyla her yeri yağmalamasından dolayı bu ismi almış. 2006 yılında Ohio'da bir Wal-Mart'ta, kapıların açılmasıyla beraber insanların hem birbirine hem de çalışanlara zarar vermeleriyle isim, hakkını vermiş bence. 

    Sade, Black Friday'e karşı yazılmış en güzel kitaplardan biridir. 

    Tüketim çılgınlığı hem evrenin koşullarını zorlarken hem de insanlık olarak birbirimize zarar vermemize vesile oluyor. Çünkü kullanılan her fabrika; su, elektrik ve çevre kirliliği olarak doğayı bitiriyor. Ucuz ve acı koşullarda çalışan çocuk işçiler, işçiler de insanlığın unuttuğu ayrı bir nokta. 

    Black Friday indirimlerinde kendinizi kaybetmemek ve insanlığa kötülük yapmamak adına size birkaç yapım önermek istiyorum ki özellikle bugünlerde izlerseniz ileride daha mutlu olabileceğinize inanıyorum. 

    - The True Cost Belgeseli, moda sektörünün insanlık ve dünya üzerindeki etkilerini en güzel anlatan belgesellerden biri. 

    - Minimalism: A Documentary About the Important Things, minimalist yaşam aslında bir süredir hepimizin duyduğu bir konu. Hayatımıza entegre edebildiğimiz bir noktada o iç huzuru maddiyat olmadan bulabilmenin yolu oluyor. 

    - The Devil Wears Prada, en sevdiğim filmlerden biridir. Hem tüketimi çok güzel anlatır hem de 'aslında olmak istediğimiz kişi belki de bizi mutlu etmeyecektir' mesajını çok güzel verir. 

    -They Live, dünyada yaşanan tüm olayları gerçekten görebilseydik yine bu dünyaya böyle davranmaya devam eder miydik?

    - The Truman Show, sanırım tüketim çılgınlığını en iyi anlatan filmlerden biridir. Zaman zaman hangimiz Truman Show'da yaşadığını düşünmüyor ki! 

    Her şeye rağmen haftasonu mağazaları biraz olsun gezip, dolaşmak istiyorsanız lütfen o mağazada çalışmak zorunda olan insanları da düşünün. Ayrıca sizin yere attığınız ürünler de ülkenin maddi kaybı olarak bize zarar veriyor. 

    Biraz sağduyu biraz da empati sizinle olsun haftasonu boyunca.

    Sevgiyle ve Sağlıkla kalın ❤

    Devamını Oku
    Geçen haftayı sinema haftası ilan ettim ve biri planladığım, diğeri planlamadığım hatta planlamak istemediğim iki filme gittim.

    Ben daha önce hiç Queen dinlememiş, Freddie Mercury ile ilgilenmemiş ve Müslüm Gürses'e dair sadece magazinsel olayları bilen biriydim. Pek övündüğüm bir durum olmasa da gerçek bu. Bu yüzden kıyaslama yapmaktan ziyade hissettiklerimi anlatacağım.

    Evet, anladığınız üzere gittiğim filmler; Bohemian Rhapsody ve Müslüm.

    Bohemian Rhapsody filminde ne kahramanları tanıyordum ne de şarkıları. Evet, haberim var Queen diye bir grup olduğundan ve rock söylediklerinden ki o da benim tarzım değil. (Onların müziği evrensel aslında ve Rock olsa bile baya baya benim tarzımmış.) Durum buydu yani. Olaya bu kadar sığ bakıyordum kısacası. Film başladı ve içim içime sığmadan, yerimde dahi duramadan izledim filmi. Freddie rolünü biraz abartı bulsam da 'ne kadar tanıyorum ki' dedim. Bazı yerlerde kendimce kopukluklar buldum ama filmin ahengi o kadar başarılıydı ki sıfırlandı gitti. Herkesin aksine Freddie rolüyle Rami Malek yerine Roger Taylor rolüyle Ben Hardy favorimdi. Hatta baya baya hayranı oldum film boyunca. Zira oldukça doğaldı davranışları, söylemleri. Filmin sonundaki Live Aid konseri beni benden aldı, eğer sinema salonunda olmasaydım çoşkuyla, bağıra bağıra Will Rock You söylerdim.

    Freddie'nin filmin başında, babasıyla kapıda yaptığı konuşma ve grupla inatlaşması, her daim herkese daha büyük olacağına dair verdiği mesajlar, aslında inandığın yolda yürüyebilmenin ve kendine inanmanın önemini anlatırken; bu yolu yalnız yürümemen gerektiğine dair verdiği alt metinleri oldukça başarılıydı. Çünkü klasik olarak film boyunca grubun dağılmasını bekledim ama her daim farklı fakat uyumlu olmaları, farklılığın uyum konusunda iyi olabileceğini fark ettirdi. Freddie aslında kendi içinde yalnızdı çünkü kendisine bir kimlik vermesi gerekiyordu ama bu kimliği bulabilme konusunda zorlanıyordu. Bunu bilen Paul de onu kullanmaya, zaaflarını sömürmeye çalıştı ki bunu günümüzde hangimiz yaşamıyoruz ki?! Yakınımız dediğimiz insanlara sırlarımızı veriyoruz, bu sırların bir süre sonra bize karşı kullanıldığını görüyoruz. Etrafımız Paul gibileriyle dolu.

    Kısacası Bohemian Rhapsody benim için 10/10'luk bir filmdi. Dediğim gibi gözüme batan şeyler vardı ama devede kulak gibi. Birçok yabancı kaynakta filmin uyarlama konusunda başarılı olmadığını okudum fakat uyarlama olarak pek bilmesem de film konusunda bence oldukça başarılıydı. Filmden çıkınca hayata karşı, kendime karşı inanç, umut ve çoşku duydum.

    Müslüm filmi konuşulmaya başladığı andan beri pek gideceğim bir film olmadığını düşünüyordum. Zira Hakan Günday'ın en son senaristliğini yaptığı Şahsiyet, bence başarısız bir yapımdı. Aynı zamanda Yapımcı Mustafa Uslu'nun 'Ayla'dan sonra kendi rekorumu kırmalıydım' söylemi bana biraz 'garip' geldiği için bu filme gitmem diyordum. Ama çevremde giden, üzerine konuşan o kadar çok kişi vardı ki sırf merak ve birazda bu yazıyı yazmak için gittim. Evet bir önyargım vardı zira hakkında pek çok şey okudum. Bu da onlardan biri ki altına imzamı atarım.


    Oyunculuklara bayıldım sanırım filme dair övebileceğim tek kısım budur. Timuçin Esen ve Zerrin Tekindor bayıldığım ve inandığım oyuncular. Bildiğimiz bir gerçek ise Türkiye'deki sanatçıların özellikle de 80'lerden gelenlerinin, hayatlarının birçok zorluklardan geçtiği. Müslüm Gürses'in yaşadıklarını tabii ki küçümsemiyorum ama ataerkil bir toplumun getirdiği bir düzeni izledik sinemada. Devamlı içen bir baba, her daim her yapımımızda var. Alkol işin içinde olunca nedense kadına şiddet de ayrılmaz bir bütün bizim yapımlarımızda ki artık ben bunları izlemekten gerçekten çok sıkıldım. Biyografik bir yapım olmasından dolayı, sadece bir film olarak bakmamaya çalıştığımda evet yaşadıkları çok büyük bir dram. Annesinin, gözleri önünde defalarca bıçaklanarak öldürülmesi, daha kundakta olan kardeşinin duvara çarpılması ve Ahmet'in taranması çok büyük acılar. Kazayı saymıyorum bile. Ama film bunlardan ibaretti. Müslüm Gürses'in sanatçılığına dair tek bir kısım vardı o da Adana Halkevi'nde hocasıyla tanışmasıydı. Ülkemiz her daim acıdan, hüzünden ve şiddetten beslenen bir toplum ki biz bunu değiştirmek için ne yaparsak yapalım bir şekilde başarısız oluyoruz. Yani bu ülkede içinde acı, dram olan her film izlenme rekorları kırıyor, her dizi 4-5 sezon sürüyor, her kitap 'bestseller' oluyor. Çünkü bu eserler içimizdeki şiddeti besliyor ve biz dışarı çıkaramasak bile onlar sayesinde az biraz da olsa tatmin olmuş hissediyoruz. Bu yüzden çevremizdeki herkes Müslüm filmini çok övdü. Bana sorarsanız da sadece çok izlenmesi için yapılan ve birilerinin daha çok para kazanmasını sağlayan ama Müslüm Gürses'i küçülten bir yapım. Çocukluk dönemimden hatırlıyorum herkesin 'Baba' diyerek dinlediğini, başındaki 'Müslüm Baba' yazılı kırmızı bantlarını, kendilerini jiletlediklerini ama filmde bu kısımdan sadece bir kere bahsediyorlar ve içlerinden biri gelip bıçaklıyor. Neden? Evet, öyle bir olay oldu biliyoruz ama bu O'nu gerçekten sevenlere de hakaret. Çünkü Müslüm'ü seven sadece belli bir kesim vardı bir dönem 'Varoş' diye adlandırılan. Şimdi herkes Müslüm sever oldu. Hangi şarkılarını dinliyordunuz filmden önce? 'Mutlu Ol Yeter' şarkısının Müslüm'e ait olduğunu kim biliyordu mesela? Kimse! Çünkü sadece popüler olanı sevmek gibi bir huyumuz var toplumca.

    Filme geri dönecek olursam, içindeki flashbackler oldukça fazlaydı ki verilen korku filmi efekti tamamen gereksizdi. Film boyunca yaratılan 'Ahmet'e ne oldu?' sorusu tamamen filmi izletmek amaçlıydı ve bence Ahmet'in yaşadığı dram daha fazlaydı. Bir film yapılması gerekiyorsa bu Ahmet'in hayatı olabilirdi.
    İzleyenlerin ne kadar dikkatini çekti bilmiyorum ama filmin bir noktasında Müslüm'ün holigrafik bir görüntüsü kullanıldı ki tamamen gereksiz bir yerdi. Hatırlamanız için aktarayım; İstanbul'a geldikten sonra Bahtiyar ile araba almaya gittiklerinde filmdeki Müslüm dışarıda arabaya bakmaya devam ederken, gerçek Müslüm içeride oturuyordu çok kısa bir süreliğine. İnsanların zekasıyla oynamak olarak yorumlamak istemiyorum.

    Kısacası film, 'Türkiye'de dram satar' sözünü kanıtlıyor bence. Çok çok iyi olabilecek bir filmken 10/2 bence değeri. Sırf bu tarz yapımlar yüzünden televizyondaki hiçbir diziyi, sinemadaki Çağan Irmak harici hiçbir Türk yapımını izlemiyorum. Çevremdeki kimsenin de izlemesini istemiyorum. Zaten toplum olarak sağlam bir psikolojiye sahip değilken bu tarz yapımlarla nasıl daha iyi hissedebilir, daha mutlu olabiliriz ki? Allah aşkına ağlamak için sinemaya mı gidilir ya? Birçok kişi gitmeden önce 'peçetemi hazırladım' diyerek gidip izledi. Beyni ağlamaya, üzülmeye şartlamak neden? Sanki kendi hayatlarımız yeterince kolaymış gibi.

    Velhasıl, birinden çıktığımda çoşku, umut hissederken diğerinden çıktığımda 'Bu toplum düzelmez' diyerek, sinirli ve umutsuz hissettim.
    İkisi de biyografi, ikisi de önemli sanatçılarken neden Müslüm'e acıyor, Freddie ile gurur duyuyorum?

    İki yapımı da izlediyseniz siz neler hissettiniz?

    Sevgiyle ve Sağlıkla kalın ❤
    Devamını Oku
    Pek kederli bir sözcüktür "umut". Çünkü bütün sözcüklerden daha hızlı çağırır umutsuzluğu. Hele, "Umut var mı?" diye sormuşsa aramızdan biri, bilin ki çoktan düşmüştür omuzlar.
    Bugün üniversite amfilerinde yaptığımız, çocuk kederiyle saf neşe arasında gidip gelen toplantılarda...
    Zar zor bir araya gelen insanların "eksiğiz" diye diye durmadan birbirini saydığı, insanların saya saya çoğaltıldığı (!) mitinglerde...
    Gelmeyenlerin "duyarsızlığından" dem vurulan ve ertesinde aynı seslerle aynı türkülerin tekrarlandığı rakı masalarında son bulan "etkinliklerde"...
    Entellektüellerin "gidişata müdahale" için yapıp daha yaparken kendilerinden sıkıldıkları mühim tespit ve değerlendirme görüşmelerinde...
    Giderek yalnızlaşıp eksilen, gelenlerin saçlarına giderek daha çok gümüş yağan, herkesin teatral bir havada konuşmaya özen gösterdiği "eski yoldaşları" anma toplantılarında...
    Kendi kendimizi çoşturmak için yaptığımız, genel olarak dinamitsiz bir dinamit fitili gibi sonuna geldiğinde kendi alevini yiyen festivallerde...
    Kederden kararınca yarım bırakmak zorunda kaldığımız, memleketin içinde bulunduğu ahval ve şeraite dair sohbetlerde...
    Yapmazsak bir tür ihanet içinde olacakmışız mecburiyetiyle yaparken, daha o anda tel tel olup ellerimizde dağılan bütün o "eylemliliklerde"...
    Dünyanın ve ülkenin gidişatından memnun olmayan, kendini muhalif olarak tarif eden insanlar, başka ve daha iyi bir dünya yaratmak için tam kolları sıvayacakken durup onları durduran bu soruyu soruyorlar kendilerine:
    "Umut var mı?"
    Oysa:
    Pek çıtkırıldım bir sözcüktür umut. Çabuk kırılır beli, bel bağladığınızda. Çünkü ya yoksa? Umut yoksa biz artık olmayacak mıyız? Umut kalmamışsa artık arkamızı dönüp gidecek miyiz? Bir şey yapmazsak umut yok diye, rahat mı edeceğiz? İçimiz rahat mı olacak artık? Hiç mi dertlenmeyeceğiz umut yoksa?
    Böyle olamayacağına göre, her sorulduğunda, "Umut var mı?" diye, omuzlardan tutup sarsmak lazım soranı:
    "Kendine gel! Umut yoksa biz varız!"
    Bizim bugün iyi haberlere ihtiyacımız var. İnsanlığa dair iyi hikayeler dinlemeliyiz. Çünkü tıpkı dağlardaki otların dağlarda alınan bütün yaraları iyileştirmeye yetmesi gibi dünyada da insanlığın yaralarını sağaltacak yeni hikayeler ve iyi haberler var.
    Adını duymadığımız şehirlerde ve köylerde bizim sözcüklerimizler konuşuyor halklar. Sözlerimiz, rakı masalarımızda içimizden geçen sözlerimiz, çamuru ve tohumu örgütlüyor uzaklarda.
    İyi haberleri bizden gizliyorlar. Yeryüzünde sürgün veren bütün halkların birbirine anlatacakları hikayeler var oysa. Ne yaptıklarına, nasıl yaptıklarına dair uzun uzun anlatacakları, kendi şarkılarını söyleyip, ağlayıp arada, gülüp, susup anlatmaya devam edecekleri hikayeleri var. Gazetelerin rotatifleri, onların sesleri yerine hep aynı hikayeleri ezip ezip veriyor önümüze: Rio'da festival, Hindistan'da tren kazası, İsviçre'de G-8 toplantısı, ABD'de borsa kapanışı...
    ...
    Bize iyi haberleri vermiyorlar. Bizim hikayelerimizi bizden gizliyorlar. Çünkü bilebilseydik kendi hikayelerimizi, bir daha sormazdık o kederli ve kavge etmeden kaybetmiş soruyu:
    "Umut var mı?"
    Çünkü bu hikayeleri bilince bu yanlış sorunun cevabı belli:
    "Evet, umut var! Ama her şey sana bağlı!"


    Ne Anlatayım Ben Sana kitabına bu cümlelerle giriş yapmış Ece Temelkuran. Okurken sadece cümlelerin değil neredeyse sayfaların altını çizmek istedim. Çünkü etrafıma baktığımda gördüğüm tek şey umudunu kaybetmiş bir insan topluluğu. Hatta yaşama hevesini kaybetmiş ve bulmak için de kolunu kaldıracak gücü olmayan bir topluluk. Minibüste, otobüste, metroda, iş yerinde, velhasıl her yerde. Neden kaybettik peki? Çünkü yaşadığımız hayat şartları ve başkalarının aldığı kararların hayatımıza etkisi ister istemez bizi etkiliyor. Daha mutsuz ve daha isteksiz bir halde yaşamaya devam ediyoruz. Etmeye iteliyoruz kendimizi. Yaşama dair tutunacak tek bir dal bulamıyoruz kendimizde. Amacımız yok çünkü. En son kendimize ulaşabilmek için nasıl bir hedef koyduk? Maddi olarak hedeflerden bahsetmiyorum tabii ki. Yaşama bir tık daha istekli sarılmamızı sağlayacak, ulaşmak için hayaller kuracak ve bu hayaller için çabalayacak neyimiz var? Bir uğraşımız yok, devamlı kıyasımız çok. Tabii ki umudumuz da olmaz.

    Kendinize ufak hedefler verin ve onu başarmak için çabalayın. Görün bakın nasıl bir yaşama hevesiyle doluyor içiniz. Şu an olduğunuz kişiden nasıl daha canlı ve ele avuca sığmaz olduğunuzu deneyerek görün. Her şey bizim elimizde. Bu dünyayı kötüleştirmek de, iyi bir yer haline getirmek de bizim elimizde.

    Sevgiyle ve Sağlıkla Kalın. ❤
    Devamını Oku
    Herkese Selam,

    Hepimizin çok yoğun olduğu ve kafamızı kaşıyacak vaktimizin olmadığı zamanlardayız. Zira hepimiz ya işten güçten ya da Instagram'dan çıkamıyoruz. Yabana atılmayacak bir gerçek varsa o da hepimizin içinde bir influencer var ve bu influencer başkalarının hayatlarını çok merak ediyor.

    Durum böyle olunca yeni bir şeyler öğrenmeye vaktimiz kalmıyor çünkü zaman kuş misali uçup gidiyor. Geçenlerde Instagram hesabım üzerinden bu konuyla ilgili bir anket yaptım.
    Sonuçlar gördüğünüz gibi. Yeni şeyler öğrenme konusunda meraklıyız fakat bir kursa adapte olmayı sevmiyoruz. Online olsun bizim olsun, rahat olsun kafasındayız. 

    Ev şu an sertifikadan geçilmiyor, annem 'bunları çeyizine koyacağım' diyorsa online kursların katkısı büyük. Oldukça meraklı yapım için üniversitede her merak ettiğim konunun eğitimini alarak kendimi yıpratmaktansa, bu şekildeki kurslar oldukça faydalı. Kullandığım/deneyimleme imkanı bulduğum birkaç online kurs hizmeti veren siteyi anlatacağım aşağıda. 

    Alison

    Göz bebeğim olur kendisi. Şu an devam eden 13 kursum var içerisinde (Beslenme, Halkla İlişkiler, Fransızca, Dijital Fotoğrafçılık gibi) Tamamen ücretsiz. Sadece ben 'gözle gördüğüme inanırım, elimde bir sertifika olsun' derseniz sertifikanızı evinize kadar gönderiyorlar ama ücretini ödemeniz koşulu ile. Bu ücret ise seçtiğiniz kursun değerine göre değişiyor. Diploma programları biraz daha pahalı. Ama gerek yok derseniz de size bir sertifika numarası veriyor özgeçmişinize ekleyebilmeniz için.  9 farklı kategori sunuyor öncelikle; Teknoloji, Dil, Bilim, Sağlık, Beşeri Bilimler, İş, Matemetik, Pazarlama ve Yaşam Tarzı. Kursların dili değişse de çoğunluğu İngilizce ve ne yazık ki hiç Türkçe ders yok. Bu yüzden İngilizce biliyor olmanız gerekiyor. 

    Udemy

    Ücretli/ücretsiz, Türkçe/ İngilizce, bireysel/kurumsal birçok eğitimi bünyesinde barındıran bir site. Ücretli olanlar içinse her daim bir indirimi var. Udemy ile ilgili beni en sevindiren şey ise kurucularının arasında iki tane Türk olması. Milletçe yaptığımız girişimlerin uluslararası bir platforma dönüşmesi bence gururlandıran bir konu. 60000+ online kursa hakim olması da aradığınız her konuyla ilgili kurs bulabilmenize imkan sağlıyor. Bence tek kötü yanı kursların bireysel de olabilmesi. Çünkü kişinin ne kadar yetkinliği var bilmiyoruz ve bu konu bana güvence vermiyor. Bu yüzden de seçerken üniversitelerin hazırladığı kursları tercih etmeye çalışıyorum. 



    Coursera & edX

    Coursera ve edX bence benzer platformlar. İkisinde de Michigan, Illinois, Berkeley, Harvard, Oxford gibi köklü üniversitelerin hazırladığı kurslar var. Dilleri genel olarak İngilizce. Kursları online takip edebildiğiniz gibi geçmiş dönemlerdekileri de alabiliyorsunuz. Evet, hemen hemen hepsi ücretli ve dolar bazlı. Ama iyi bir üniversiteden online da olsa sertifika almış olmak bence önemli. 

    Lynda & Skillshare 

    LinkedIn 'in kurulmasından sonra ortaya çıkan ve kendimizi yeni iş dallarında geliştirmemizi sağlayan platformlar. Genelde bireysel kurslar var. Sitelere kaydolmak ücretli olduğu için kurslardan ücretsiz faydalanabiliyorsunuz. En güzel avantajları oldukça üstün yetkinlikler sağlayan kurslar olması. 

    Codecademy

    Yazılımla olan bağımı bilmeyen kalmadı sanırım. Codecademy ücretsiz kodlama öğrenmenizi sağlayan bir platform. İsterseniz ücretli kısmını satın alıp, yazdığınız uygulamaları test edebiliyorsunuz. Ben Java öğrenmeye başladım ve İngilizce. Ama zaten amacınız kodlama öğrenmekse İngilizce bilmeniz gerekiyor. Çünkü terimler İngilizce. 

    Evet, her şeyin başı İngilizce. Önce onu bilirsek tüm kapılar rahat rahat açılacak. Onunla ilgili ise tavsiyem bol bol pratik yapabileceğiniz bir ortam yaratmanız. Duolingo ise en güzel destekçiniz olabilir. 

    Sizin kullandığınız / deneyimlediğiniz online kurslar var mı? 
    Sevgiyle ve Sağlıkla Kalın ❤

    Devamını Oku
    Biraz önce Girls dizisinin 2. sezon 4. bölümünü bitirdim ve biraz üzerine düşündüm. Bu arada diziyi hiç sevmememe rağmen izlemeye devam ediyorum zira herkesin bayıldığı ama benim anlayamadığım/çözemediğim ne var merak ediyorum. Kısacası izlerken farklı açılardan bakmaya çalışıyorum olaylara. Bu bölüm biraz hayatı ve hayatta bulunma amaçlarını kısmen de olsa sorguladıkları bir bölümdü. Marnie 'bir sonraki hafta ne yapacağımı bilmiyorum, hayattan ne istediğimi bile bilmiyorum!' diye bir çıkış yaparken; Ray, Shoshanna'ya 33 yaşında olmasına rağmen hayatının amacını bulamadığından ötürü bir ezik olduğunu itiraf ediyor.

    Bölümü bitirdim ve kendime sordum. 'Benim hayatımın amacı ne?'

    Aslında bu sorunun cevabını yıllardır biliyor, hayatımı ona göre düzenlemeye çalışıyorum. Ama bunu hiçbir zaman amaç olarak görmedim. Bu yüzden de 'benim hayatımın amacı' bu diyemedim.

    'Yeryüzündeki en güzel yemeği yemeli, en güzel yerleri görmeli, en güzel kitapları okumalı, en güzel müzikleri dinlemeli, her bilgiyi edinmeli, en güzel şarapları içmeli, en güzel kokuları koklamalı, en güzel hisleri yaşamalı, en güzel filmleri izlemeli, en güzel tiyatrolara gitmeli, en güzel ülkeleri gezmeli, .....'

    Evet, hayatımın amacı bu. Neyin en güzel olduğuna karar verebilmek için her şeyi deneyimlemek gerekir. Kendi değer yargılarım eşliğinde yeryüzündeki her şeyi deneyimlemek için buradayım.



    Hayatta bir amacımızın olması seçimlerimizi yapmamızı kolaylaştırır. Neyi istediğimizi ya da neye ulaşmak istediğimizi bulabilmemiz konusunda bize yardımcı olur. Başımıza gelen hemen hemen her şey aslında seçimlerimizin bir sonucudur. Seçimlerimiz ise aslında alışkanlıklarımızdan ve bize öğretilen düşüncelerden gelir. Evet, şu an düşündüğümüz birçok şey farkında olmadan başkaları tarafından bize yansıtıldı. Yansıtılan düşünceler, hayat tarzımızla harmanlandı ve kendi düşüncelerimiz haline geldi. Deriz ya hani 'Bu kitap/film benim ufkumu açtı' diye, işte açılan o ufuk, bize yansıyan yeni düşüncelerdir. Daha önce farkına varmadığımız ya da çevremizden yansımayan düşüncelerdir. Bu yüzden de Amerika'yı keşfettiğimizi hissederiz. Bu yüzden bir tık daha farklı bir insan oluruz. Benimsediğimiz bu düşünceyi hayatımızın farklı alanlarında kullanır, diğer insanlara yansıtırız. Farketmeden değerlerimizden biri haline gelir ve seçimlerimizi etkiler. Seçimlerimiz ise hayatımızı oluşturur aslında. Bu böyle bir döngüdür bana kalırsa. Seçimler hayatımızı, hayatımız seçimlerimizi etkiler. Bu durumda da eğer hayatımızla ilgili önümüze bir amaç koyar, ne istediğimize dair bir fikrimiz olursa, ki bunlar birazda kendimizi tanımamızla ilgili, seçimlerimiz hayatımızı değiştirir. Buna tam olarak hayatımızın amacı demek yerine 'ne yapmak istediğini bilmek' desek daha doğru olur. Çünkü hayatımızın amacı maratonda birinci gelmek ise bunu başardığımızda boşluğa düşme hissi yaşayabilir, depresyona bile sürüklenebiliriz. Neyi istediğimizi deneyimlemeden bilemeyiz. Deneyimlediğimizde ise belki de o çok istediğimiz şeyi aslında istemediğimizi de görebiliriz. Bu yüzden şu an vaktimiz varken 'just do it!' Hayatımızı ve bizi biz yapan her şeyi değiştirmek bazen bir adımımıza bakıyorsa, o adımı atıp sadece yapalım. Hayatımızı değiştirelim. Çünkü bunun önü arkası yok. Sadece şu an var.
    Şu anın keyfine varıp, neyi yapmak istiyorsak, nasıl bir biz olmak istiyorsak öyle olalım, öyle yapalım. Sadece harekete geçelim. Zira epey geç kaldık.
    Devamını Oku
    Selam,

    2017'nin sonu 2018'in başından bugüne kadar aklımda yer edinen tek bir hedef var; blog yazmaya başla.
    Yazmaya başladığım ilk günden beri, yaklaşık 8 sene, yazmak ve paylaşmak bir terapi biçimi oldu hep. Yazdıkça rahatladım, rahatladıkça yazdım.. Ürettiğimi hissetmek, belki de terapi etkisi gösteren yanı..
    2017 senesi, 1991 senesinden bu yana yaşadığım tüm senelerden farklıydı.. Bol sıkıntının yanı sıra eğlenceli, eğitici ve kısmen de başarılıydı.


    6 yaşındayken bir gün annemle tartıştım diye ki tartışma sebebi; hayal meyal hatırladığım istediğim çikolatayı yememe hayır demesiydi, evi terkedip İzmir - Kemeraltı'nda ayakkabıcı dükkanı açmaya kalkışmamla başladı kendi işimi kurma isteği.. Çünkü o dönem annem butik işletiyordu ve kıyafetler toptancıdan gelip, önümde askılanıyordu. Hani arka planda dönen 'ödeme' yapma kısmını görmeyip, parasal mevzulardan bir o kadar anlamayıp ve 'bu işi yaparım' demenin verdiği gazla evi terketmeye kalkma girişimim babamın gelip, annemle aramızı düzeltmesiyle sabote edildi. Böylece aklıma düştü kendi işimi kurma fikri. Lisedeyken de hep, sürekli değişen kararlarımla beraber, 'mezun olduktan sonra bir süre çalışıp, kendi işimi kuracağım' diyordum. Okulu bırakmaya karar vermeden birkaç sene önce şekillenmeye başladı aslında ne iş yapmak istediğim. Editör olmalı, dergiler çıkarmalı hatta blogum deli gibi okunmalıydı. Belki bir kitap yazmalıydım. Sonuçta ilkokulda kompozisyon dalında ilçe ikincisi olmuştum. Yapabilirdim. Tam olarak böyle başlamıştı blog serüvenim, tabii birazda arkadaşlarımın 'sen yazmalısın mutlaka' diye verdiği gazı da unutmamak gerek. Blog yazmaya başladıkça yazmaya olan ilgim daha da katlandı. Üniversiteyi bırakmaya karar verdiğim de artık çıkarmak istediğim bir dergi, kurmak istediğim bir yayınevi vardı. Aynı zamanda da yazılması gereken iki uygulama.

    Fikir var evet ama faaliyete nasıl geçilecek ki? Dergiden başlamak konusunda oldukça kararlıydım hatta bir iki defa da sosyal medya ve Wordpress üzerinden ufak bir iki adım da attım sonrası gelmese de. Sonra durdum ve biraz askıya aldım her şeyi. Başka yerlerde çalışayım derken, şu an Ortağım dediğim en büyük destekçimle kesişti yollarımız. Dergi fikrini benimsedi, üzerine ekledi, yayınevine ek sanat okulu dedi, hadi bir de tiyatro koyalım bu işlere de dünyaya katkımız olsun dedi.

    Ve 2017 Ağustos ayında birer ay ara ile işlerimizden ayrıldık. Başladık çocuğumuz dediğimiz dergi için çalışmaya ve 20 Ekim'de O Şey Dergi'nin ilk sayısı Kahve'yi elimize aldık. Bunca yıllık hayalin gerçekleşmiş hali avuçlarımızda duruyordu. İki kişi 70 sayfalık bir dergi çıkarmayı başarmıştık hem de konuştuğum onca dergi şef editörlerine inat hiçbir uzmanlığımız olmadan. Onlara kalsa dergi çıkarmak meşakkatli bir iş ve mutlaka işin uzmanlarıyla çalışılması gerekiyordu. Ne benim daha önce bu konuda bir tecrübem vardı ne de Ortağımın. Google en büyük yardımcımız, iki defa gittiğim ama bir türlü tamamlayamadığım tasarım kursu da en güzel desteğimiz olmuştu. Sonuçta Indesign gibi bir programı ilk defa orada duymuş, az biraz da tanımıştım.


    Dergiyi elimize aldığımız ilk gün, nasıl ve neden içine düştüğümüzü bilmediğimiz bir KOSGEB eğitiminin son gününde sunum yaparken bulduk kendimizi. Fikirlerimiz çok beğenilirken kafamıza bir kitabevi & kafe açma fikri düştü. Hala niyesi çözemesem de. Başladık yer aramaya. Nerede açmalıydık, nasıl açmalıydık, nasıl bir yer olmalıydı, gibi sorular soruları kovaladı. Kadıköy diye düşünürken, Karaköy nasıl olur acaba dedik, Karaköy'de yer ararken Galata'da taş tuğlalı kocaman bir yer bulduk. Gidip oraya bakalım derken başka yerler çıktı karşımıza ve tesadüfen şu an Hemfikir Sanat Kitabevi & Kahve diye adlandırdığımız mini, şirin dükkanımızın yerini bulduk. Nelerle uğraşarak açtığımızı anlatmayacağım çünkü bu yazı daha da uzayacak zira nelerle karşılaştığımızdan bir kitap bile çıkabilir çünkü hayatıma ve bakış açıma epey katkısı oldu.


    Hayallerimin bir kısmına ulaştım diyebilirim. Derginin ikinci sayısı üzerine çalışıyorum bir yandan, bir yandan yeni sanatsal etkinlikler düzenleyip, yeni insanlarla tanışıyorum. Her gün, farklı bir sürprizler hazırlayıp, farklı güzellikler sunuyor. Hayatımın en güzel evrelerinden birindeyim yani. Her gün bir şeyler üretiyorum gerek dükkan için gerek dergi için. Evimi unuttum muhtemelen.
    Bunca yazının sonuna mutlaka bir 'Ama' kelimesinin gelmesi gerektiğini en başından bu yana sabırla okuyan herkes tahmin etmiştir diye umuyorum.
    Evet, kocaman bir Ama'm var; hayatımın bugüne kadar en çok istediğim evrelerinden birindeyim. Kitaplarla dolu bir dünya isterken, her yanım kitap. Her an güzelliklerle karşılaşıyor, insanlarla paylaşımlarda bulunabiliyor, yeni şeyler öğreniyorum. Mutfağı severken, şimdi ellerim sürekli vanilya kokuyor ve pişirdiklerimi insanların beğendiğini görüyorum.
    Ama içimde bitmek tükenmek bilmeyen bir yetersizlik hissi var. Tam olarak yetersizlik midir, ondan da emin değilim. Sanki ne kadar çabalarsam çabalayayım, o üst 'mükemmelliğe' ulaşamıyorum gibi. Peki ne o üst mükemmellik? Neye göre belirledim kafamda? Aslında ben belirlemedim. Kaldı ki bu sadece benim için değil hepimiz için geçerli bir durum. Çevremizde her şeyi çok iyi bildiğini düşünen ve her daim her konuda akıl veren milyon tane insan yok mu? Benim var ve evet gerçekten çok fazlalar. Dergiyi çıkarma hazırlığımdan bu yana en ufak bir harekette dahi akıl veren insanlarla dolu etrafım. Bu da bende 'sanırım ben bu işi yapamıyorum, yapamayacağım, olmuyor, başarısızım, demek ki kötü olmuş' gibi düşünceler oluşmasına sebep oldu.
    Çevremizde her konuda fikri olan ve her şeyi uzmanının yapması gerektiğini düşünen insanlar var, belki bizde öyleyiz ama bu karşımızdakini nasıl etkiliyor, buna dair hiç fikrimiz yok. Empati yeteneği zaten gelişmemiş bir toplumuz ve kendi bildiklerimizi dikte etmek de üstümüze yok.
    'Ben şöyle yaptım, sen de öyle yapsana!' Hayır yapmıyorum. 'Ben böyle yapmayı tercih ediyorum.' diyebilen varsa aramızda tebrik ederim.
    Aslında bu akıl vermeler psikolojik olarak yetersiz hissettirirken, güvenimizi kırıyor ve asosyal birer insana dönüşmemize neden oluyor. Çünkü bu bir iletişim türü değil, iletişim kuramadığımızı farkettiğimiz noktada ise inatla o iletişimi sürdürmek gereksiz.

    Kısacası 2018'de aldığım kararlardan biri; kimseye akıl vermemek. Kimsenin psikolojisinde dalgalanmalara yol açmak istemiyorum.


    Bu dünya sadece benim, senin değil. Gelip geçiciyiz hepimiz. Bu yüzden de benimle beraber dünyada bitip gidecekmiş gibi davranmak yerine, olabildiğince dünyayı korumaya, temiz tutmaya ve olabildiğince sürdürülebilir yaşamaya çalışacağım.

    Temiz tutmak demişken, önce kendimden başlayacağım mesela. Ruhumu temizleyeceğim ki buna da başladım. Sosyal medya hesaplarımda takip ettiğim ne kadar çöp siteler ve haber siteler varsa hepsini takipten çıkardım. Gündemi takip etmiyorum, çok kötü bir şey olursa ki olmasın, mutlaka önüme düşer bir şekilde. Hayatıma farklı bir bakış açısı katacak, yeni bir şeyler öğrenmemi sağlayacak ne varsa onları takip edip, okuyorum artık.
    Bedenimi temizleyeceğim. Bu zamana kadar ne kadar sağlıksız besin varsa hepsini bayıla bayıla yedim ki hala yemeyi de çok seviyorum. Bir paket baharatlı cips verin bana ve zevkten dört köşe olmamı izleyin diyebilecek kadar seviyorum☺Ama bedenimi yoruyor, beni mutsuz ediyor bu yiyecekler. Erkenden de yaşlandırıyor. Neden kendime bunu yapayım? Neden yapalım?

    Velhasıl, epey bir yazasım varmış uzattım da uzattım.
    Her geçen an hayatımda, kendimde bir değişiklik yapmak için en iyi an. Bu yüzden her anı değerlendirmek ve daha iyi bir 'Ben'e ulaşmak istiyorum. Kendimle beraber dünyayı da ulaştırmak istiyorum en azından elimin uzanabildiği yere kadar.

    Sağlıkla Kalın ❤

    Devamını Oku
    Yenİ
    Yazılar
    Eskİ
    Yazılar

    Hakkımda

    Fotoğrafım
    Ayşe Baykal Girginkoç
    Hayat, ciddiye almak için çok kısa; keyif almak için çok uzun bence..
    Profilimin tamamını görüntüle

    Takİp Edİn

    • facebook
    • twitter
    • instagram

    En Son Yazılanlar

    E-Posta Gönderelim!

    * indicates required

    Arşİv

    • ►  2022 (1)
      • ►  Nisan 2022 (1)
    • ►  2019 (13)
      • ►  Mart 2019 (6)
      • ►  Şubat 2019 (3)
      • ►  Ocak 2019 (4)
    • ▼  2018 (12)
      • ▼  Aralık 2018 (6)
        • 52 Hafta 52 Değişim - 5. Plastik Poşete Hayır
        • 52 Hafta 52 Değişim - 4. Daha Fazla Hareket!
        • En Uzun Geceye 13 Film
        • 52 Hafta 52 Değişim - 3. 25 Sayfa Kitap Oku!
        • 52 Hafta 52 Değişim - 2. Günü Erken Karşıla!
        • 52 Hafta 52 Değişim - 1. Her Gün İhtiyacın Olan Su...
      • ►  Kasım 2018 (2)
        • Kara Cuma, Gerçekten Kara!
        • Freddie VS Müslüm - Bu Bir His Savaşıdır!
      • ►  Eylül 2018 (1)
        • Her Şey Sana Bağlı!
      • ►  Temmuz 2018 (1)
        • Vaktim Yok Demeyin, Online Kursa Gidin!
      • ►  Nisan 2018 (1)
        • Just Do It!
      • ►  Ocak 2018 (1)
        • 2017 Bitti de 2018 Ne Getirecek?
    • ►  2017 (12)
      • ►  Temmuz 2017 (1)
      • ►  Haziran 2017 (2)
      • ►  Mayıs 2017 (1)
      • ►  Mart 2017 (3)
      • ►  Şubat 2017 (4)
      • ►  Ocak 2017 (1)
    • ►  2016 (34)
      • ►  Aralık 2016 (2)
      • ►  Kasım 2016 (1)
      • ►  Ekim 2016 (4)
      • ►  Temmuz 2016 (4)
      • ►  Haziran 2016 (1)
      • ►  Mayıs 2016 (3)
      • ►  Nisan 2016 (4)
      • ►  Mart 2016 (4)
      • ►  Şubat 2016 (6)
      • ►  Ocak 2016 (5)
    • ►  2015 (4)
      • ►  Kasım 2015 (3)
      • ►  Ekim 2015 (1)

    İletİşİm Formu

    Ad

    E-posta *

    Mesaj *

    Son Okunanlar

    • Freddie VS Müslüm - Bu Bir His Savaşıdır!
    • Ertelemek Kaçmaktır, Değil Mi?

    En Çok Okunanlar

    • 20li Yaşlarda Okunması Gereken 12 Kitap
    • Kaliteli Zaman ft. İyi İlişkiler!
    facebook Twitter instagram

    Created with by Ayşe Baykal | Distributed By A Piece of Passion in Life

    Back to top